Orazio Maria Gnerre’i muhafazakar devrimciliği merak edenler için temel başvuru kaynaklarından birisi “Materiali. Reinterpretare la Rivoluzione conservatrice” ile tanıdım. Kendisi üretken ve genç akademisyen olarak çalışmalarına Perugia Üniversitesi’nde devam ediyor. Diğer eserleri de ilgi çekici. Nihil Medium. Carl Schmitt tra passato e futuro (Nihil Medium: Carl Schmitt between past and future), Morlacchi, Perugia 2024: Prima che il mondo fosse. Alle radici del decisionismo novecentesco (Before the World was: To the Roots of the Twentieth-century Decisionism), Mimesis, Milano 2018. Muhafazakar devrimciliği, muhafazakar devrimcilik bağlamında Heiddeger’i , Ernst Jünger’i, Joseph de Meistre’yi konuştuk.
“Materiali. Reinterpretare la Rivoluzione conservatrice” (Editoria Scientifica, Napoli 2021) adlı kitabınızı neden yazdınız?
2021 yılında Editoriale Scientifica tarafından yayımlanan bu kitap, yirminci yüzyılın başlarındaki Alman Muhafazakâr Devrim (Konservative Revolution) olgusunu yeniden ele almayı ve farklı bakış açılarından yorumlamayı hedefliyordu. Özellikle, kitaptaki temel araştırma ekseni, “muhafazakâr-devrimci” düşüncenin fikirlerini berraklaştırarak, bu düşünce akımının merkezi düğüm noktasına ulaşmayı amaçlıyordu. Bana göre bu düğüm, insan ile teknoloji arasındaki ilişkidir; dolayısıyla da siyasi ve ekonomik modernitenin dayattığı muazzam dönüşümler karşısında insan öznesinin durumu büyük bir tema olarak ortaya çıkar.
Kitabın başlığı (“Materiali / Malzemeler”), aslında bu düşünürlerin bakış açısına göre öznel ve somut olan, yani toplumsal ilişkileri ve politik-ideolojik dönüşümleri kuran “maddi” ögeye gönderme yapar. Bu nedenle, söz konusu akımın salt idealist-ruhçu (spiritualist) bir yönelimi olduğu fikrini de yeniden değerlendirmek istedim: Tam aksine, bu düşüncede bir “maddeci” (burada “din karşıtı” anlamında değil, gerçek iktidar ilişkilerinin analizi temelinde) izlek vardır ve ben bunu, Muhafazakâr Devrim ile Marksizm arasındaki ilişkiye dair bölümde açıkça göstermeye çalıştım. Böyle yaparak, bu olguyu “yeniden yorumladım” ve onu yirminci yüzyıla özgü genel bir “zihniyet havası” olarak değerlendirme fikrinden uzaklaşmaya çalıştım. Tam tersine, bu terimin, o dönemdeki Alman bağlamında gelişmiş gerçek bir felsefi akımı tanımlamak için kullanılabileceğini düşünüyorum. Bu akımın özünü, Jünger-Schmitt-Heidegger üçlüsünün ortaya koyduğu teori oluşturuyor.
Muhafazakâr devrimcilik nedir? Temel ilkeleri ve tarihsel arka planı hakkında genel bir bakış sunabilir misiniz?
Bu kültürel olgunun (ben bunu, Alman idealizmi, Marksizm, postmodernizm vb. gibi gerçek bir felsefi düşünce okulu olarak yorumluyorum) tarihsel bağlamı, 20. yüzyılın başlarındaki Almanya’dır. Ernst Jünger’in düşüncesi, bilindiği üzere, bu teorinin gelişimi için zemin hazırlamıştır; zira Jünger, I. Dünya Savaşı’nın “çelik fırtınaları” ile ortaya çıkan büyük maddi seferberliği, dünyanın dönüşümünün temeli olarak görmüştür. Bu bakımdan Marksist düşüncenin modern sanayinin doğuşunu ele aldığı düzeye benzer bir analiz yapmış; ancak teknolojik-ekonomik boyutun yalnızca kurucu değil, aynı zamanda yıkıcı kapasitesini de vurgulayarak bu vizyonu radikalleştirmiştir.
Büyük dönüşümlerin bu “titanik” boyutu karşısında, insan adeta devasa, durdurulamaz, küresel ölçekteki güçlerin sürüklediği çaresiz bir noktaya dönüşür. Devrimci-muhafazakâr düşüncenin görevi ise, bu koşullar altında insana yeniden bir “antropolojik egemenlik” boyutu kazandırmak, ona bir anlam ve hedef vermek ve aşılamaz (bugün hâlâ öyle görünen) tarihsel-felsefi bir çıkmazın üstesinden gelmeye yönelik bir yol sunmaktır.
20. yüzyılın başlarında (özellikle devrimci-muhafazakâr düşüncede) merkezi bir tema olan bu egemenlik meselesi, “radikal antropolojik” bir boyut olarak öne çıkmıştır. Bu konuda, Prima che il mondo fosse. Alle radici del decisionismo novecentesco (Mimesis, Milano 2018) adlı kitabımdaki karar alma felsefesinin (decisionismo) kökenlerine dair çalışmalarımı da hatırlatmak isterim.
Muhafazakâr devrim perspektifinden bakıldığında, Joseph de Maistre neden liberalizmi sert şekilde eleştirmiştir? Bugün ‘liberal sağ’ olarak tanımlanan siyasi partiler ve görüşler nasıl ortaya çıktı ve bu gelişmeler de Maistre’in eleştirileriyle nasıl ilişkilendirilebilir?
18. yüzyıl muhafazakâr düşünürü Joseph de Maistre, liberalizmi her şeyden önce antropolojik ve ruhani boyutta eleştirmiştir; onu, insanoğlunun herhangi bir politik ve ruhani düzenine karşı çıkan, ayrıştırıcı bir güç olarak görmüştür. Elbette bu eleştiriler, sonrasında Alman Muhafazakâr Devrimi’nin ele aldığı sorunlardan farklıdır; ancak yine de söz konusu tartışma, daha sonraki bu düşünsel çerçeve içinde kendine yer bulmuştur.
Özellikle Carl Schmitt, Joseph de Maistre’in düşüncesini incelemiş; kamu-özel ilişkisi, tartışma-karar alma ilişkisi gibi konuların, Plettenbergli hukukçuya göre, “Karşı-Devrim Düşüncesi”nin (la pensée contre-révolutionnaire) temelini oluşturduğunu söylemiştir. Schmitt’e göre bu düşünce, kimi zaman jeopolitik-uluslararası nitelikte de olan bazı tarihsel eğilimleri önceden sezmiştir. Ben de yukarıda bahsettiğim yirminci yüzyıl karar alma felsefesinin kökenlerine dair çalışmamda (decisionismo), De Maistre ve Rousseau’nun düşüncelerinin yirminci yüzyıldaki anti-liberal eleştiriler üzerindeki doğrudan ve dolaylı etkilerini geniş biçimde tartıştım; bu konuda De Maistre’in sonraki dönemde patlak veren konuları pek çok açıdan öngördüğünü gösterdim.
“Liberal sağ” olgusuna gelirsek, De Maistre’nin liberalizm eleştirisinin o kadar radikal olduğu söylenebilir ki, modern anlamdaki sağ-sol ayrımının (Cumhuriyetçi şema) çok ötesinde bir konumlanış ortaya koymaktadır. De Maistre, politikanın bütüncüllüğü ve bunun medeniyet şemalarındaki örgütlenmesi fikrinin savunucusuydu; yani fikirlerin “sağ” ve “sol” olarak iç alanlarda dağılmasının tam tersini öne sürüyordu. Onun metinlerinde, sonraki takipçilerinin yazılarında, günümüzde “liberal sağ” denebilecek pek çok kavrama yönelik eleştiriler yer alır; mesela “devredilemez özel mülkiyet” ilkesi gibi.
20. yüzyıl filozofu Heidegger’i ‘muhafazakâr devrimci’ yapan hangi düşünceleri? Felsefesi, ‘muhafazakâr devrimcilik’ fikrini hangi açılardan desteklemiştir?
Kısaca söylemek gerekirse, Heidegger’i bir muhafazakâr devrimci yapan şey, benim görüşüme göre, onun teknoloji meselesine bakışıdır. Özellikle de bu, onu söz konusu felsefi akımın (Jünger-Schmitt-Heidegger) üç ana figüründen biri haline getirir. Benim analizime göre her biri, modern teknoloji ile insanın egemenliği arasındaki etki alanlarının yeniden tanımlanması sonucu ortaya çıkabilecek ihtimallere dair farklı perspektiflere sahiptir; ama hepsi, bu “mücadele”nin ana soruları konusunda ortak bir çizgide buluşur.
Heidegger’de teknoloji sorunu, Batı felsefesi ve metafizik tarihinin bir parçası olarak görülür; bu, çağımızdaki büyüyen nihilizmin ölçüsü hâline gelir ve kadersel (destinal) bir soru olarak tezahür eder. Tam da bu yönü, Heidegger’i bir Muhafazakâr Devrim düşünürü yapar. Onun temel fikri ve bu akıma yaptığı katkı, ontolojik bir açınlanmanın (açığa çıkışın) büyük hareketinden gelecek büyük dönüşümü karşılayabilmek için, dilin düzenini yeniden tesis etme zorunluluğuydu.
Heidegger ve Jünger arasındaki etkileşimi nasıl değerlendiriyorsunuz? İki düşünür birbirini nasıl etkiledi ve muhafazakâr devrimci düşünce içindeki yerleri nedir? Özellikle teknoloji meselesine yaklaşımları arasındaki farklar nelerdir?
Bu iki düşünürün çok yönlü ve çeşitli düzeylerde bir etkileşimi olduğu biliniyor; nihayetinde, ünlü “Über die Linie” (Çizgi Üstüne) metninde birleşmişlerdir. Bilindiği gibi bu, çağdaş çağda teknolojinin rolü ve nihilist dönemin dağılması/aşılması üzerine bir diyalogdur ve iki makaleden oluşur. Bu diyaloğun içinde, teknoloji sorunu konusunda farklı bakış açıları ortaya çıkar: Başlıkta “çizgi üzerinde” mi yoksa “çizginin ötesinde” mi olunacağına dair yorum, iki düşünür arasındaki yaklaşım farkının özüdür.
Jünger, insanlığın ve medeniyetin nihilist aşamayı hâlihazırda aşmaya başladığı görüşündeydi. Heidegger ise nihilizmin hâlâ hayatımızın baskın figürü olduğunu düşünüyordu. Tam da bu arada insan, varlığın yeniden duyumsanmasını sağlayacak olaya (Event) hazırlanmalı ve onu beklemeliydi. Yine de bu farklı tutumlar, Muhafazakâr Devrim düşünce okulunu anlamanın anahtarı olan şu odak noktada buluşurlar: teknoloji-nihilizm ikilisi. Her iki düşünür de bu eksende, Muhafazakâr Devrim filozofları kategorisinde değerlendirilebilirler.
‘Muhafazakâr devrimcilik bugün yükselişte mi?
Hem evet hem hayır. “Muhafazakâr devrim” kavramını, çağımızı ve kültürel gelenekleri bir şekilde birleştiren yaygın bir eğilim olarak görürsek, ya da daha geniş bir ifadeyle nihilizm karşıtı bir varoluşsal vizyon olarak yorumlarsak, bu bilincin çeşitli düzeylerde ve dünyanın farklı yerlerinde canlandığını söyleyebiliriz. Bir bakıma, siyasi, sosyal ve ideolojik moderniteyi karakterize eden bazı felsefi ve kültürel yaklaşımların yavaş yavaş tükenme noktasına geldiğini görebiliriz. Bu yaklaşımların bizzat kendi tezahürleri, kültürel diyalektiğin açığa çıkışına neden olarak kendi antitezlerini de yaratmakta.
Yine de, teknolojinin aşırı gücünün dayattığı sorunlarla ve kapitalist toplumun merkezileştirici kaynak dağılımının yarattığı çarpıklıklarla hâlâ boğuşuyoruz. Dolayısıyla, yüzyılın başında devrimci-muhafazakârlar tarafından vurgulanan toplumsal ve felsefi çelişkiyi yaşamaya devam ediyoruz. Bu anlamda, tarihsel diyalektiğin bir hareketi olarak, Muhafazakâr Devrim’in tanımladığı iki temel zıt kutup –insan öznesi ve onun inkârı– hâlâ canlı. “Über die Linie” metnini okumak, günümüz tarihsel evresini yorumlamak için bazı kategoriler sunabilir.