Yazid Kheloufi: Arap hat sanatı dervişlerin yaratıcı dinamizminin uzantısı olarak farklı ve çağdaş bir bakışın somutlaşmış halidir

Yazid Kheloufi eserlerinde harfler manevi dünyaya geçiş kapısının anahtarı gibi tezahür ediyor. Kuzey Afrikalı sanatçıların özgünlük sorununu aşma biçimlerinden bizim de öğreneceğimiz şeyler var. 

Sizi tanıyarak başlayalım. Kısaca kendinizden bahseder misiniz?

1963 yılında Cezayir’in en batısında, Fas sınırına bitişik küçük bir kasabada doğdum. İlköğretimi doğduğum kasabada tamamladıktan sonra lise eğitimim için Tilimsan’a gittim. Okulumun yerinin, kökenleri Zenata kabilesinden Benu Abd al-Ved veya Benu Zayan’a kadar uzanan bir Berberi hanedanı olan Zayani devletinin krallarının saraylarının bulunduğu tarihi El-Meşver Sarayı olması büyük bir şanstı. Burada Endülüs mimarisi, seramik ve epigrafik yazıtlarla ilk temasını kurdum ve bunlar onun estetik algılarımı ve hayal gücümün etkiledi. 

Daha sonra haritacılık ve topografya alanında çalıştım. Ardından seramik süsleme sanatçısı olarak çalışabilmek için bir süre eğitim aldım. Doksanlı yılların ortalarında Lübnan’a gidip bir süre orada ikamet ettim. Sida şehrinde Güney Lübnan’da bir seramik atölyesi yönettim. Cezayir’de atölyemde çalışmalarıma devam ediyorum.

Nasıl hattat oldunuz ve daha sonra heykel ve seramiğe nasıl yöneldiniz?

Sanatla ilişkim, harflerle ilk deneyimimin Cezayir’in en batısındaki köyümdeki Kur’an okulunda olduğu erken çocukluk dönemimden itibaren başladı. Cezayir’de ve Mağrip’in geri kalanında devlet okullarına başlamadan önce beş yaşına kadar yalnızca Kur’an kurslarına gidersiniz. Ben de Kur’an-ı Kerim ayetlerini üzerine yazıp ezberlediğimiz ahşap plakalar (luhlar) üzerine yazmak için kamış ve boyamak kil arama yolculuğuna başladım. Yazı, harfler ve kil, evreni özetleyen ve Kur’an metni için taşıyıcı olarak kullandığımız mukaddes malzemeler…

Kur’an ayetlerini taşıyan luhlara işlerken yazma aracı olarak kullandığım kamış, kil, hayal gücüm ile eşya ve kelimeler arasında bağlantı kurdum. Orada harflere bağlandım, onların sırlarıyla varlığımla bütünleşti. O zamandan beri hatta aşığım. Kesretten birliğe, boşluktan mekan anlayışını kapsayarak yöneldim ve bu arada farklı boyutlarla temas ettim. Bu temas yeni araçlar ve taşıyıcılar kullanarak gerçekleşti. Bu araçların arasında heykel, oyma ve eski Endülüs tarzında tahtalar üzerine yazı yazma gibi yöntemler bulunmaktaydı.

Seramik çalışmalarınızı yaparken özel bir yönteminiz ve ritüelleriniz olduğundan bahsetmiştiniz.

Çalışmalarımın seramik olmadığını ve çalışmalarımda kullandığım ana malzemenin doğada bulduğum kil olduğunu belirtmeliyim. Benim atölyem doğaya açık. Doğa bize öğretir ve anlatır. Yaptığım sanat, kozmik boyutuyla yaşamın anlamına odaklanır. Bu nedenle çevrem ve ortamımla mükemmel bir uyum içinde olmaya çalışıyorum. Eserlerimi hazırlama süreci birkaç aşamadan geçiyor. Tüm bu süreç benim için özel bir ritüel oluşturuyor. Çalışırken sufi semaları özellikle Ebu Hasan Şüşteri’nin kasidelerini dinliyorum. Üzerine metinlerini yazdığım ahşap panoları boyayıp kaplamak bana Kur’an kursunda yaptığım şeyi hatırlatıyor. Kur’an ayetlerini kil kaplı ahşap panolara yazardık.

Sanat anlayışınızı nasıl açıklarsınız?

Sanatın insan hayatındaki seyri, insanın kendi iradesiyle gerçekleşmesinden ziyade batın aleminin varlığını dışa doğru çekilmesi. Bir tecelli söz konusu… İnsan burada, fenomenler aleminde farklı fraksiyonların kaynaşması ile meydana gelen varoluşunun niteliğini, eşyaya karşı faydacı, nicelikli ve tüketici bir anlayışla seçmez. Bu hakkın nuru ile sürekli birlikteliğin ve bunun neticesine sana verilen tecelliler ile olur. Hakkın nurunun en rafine tecelli hali de sanat ile gerçekleşiyor. İslam estetiğinde bulunan boşluğu bir güzellik değeri olarak kullanma yeteneği kazandım. Bu “Sanatçı / Araç / Malzeme” üçlüsünün yaratıcı bir anlayışla buluştuğu yeni ve tekrar eden keşif yolculuğumda gerçekleşti. Bu sanatsal deneyimler, insanlık tarihine ait süreklilikler zincirinin bir halkası olarak görülmelidir; çünkü eserlerim, Cezayir toprakları üzerinde geçmiş medeniyetler arasındaki iletişim ve etkileşimin bir ifadesi.

Çalışmalarınıza baktığımda ana temayı “harfler” oluşturuyor. Tüm çalışmalarınızda “harfler” baskın. 

Yazı, yaratıcılığın ve medeniyet durakları arasındaki köprü kurmanın kaynaklarından biri. Tarihin başlangıcından bu yana binlerce yazıcı ve katibin izlerini takip ederek, bu toprakların kokusunu ve rengini içeren bu mirastan besleniyorum. Harfler üzerine çalışmalarım, Arap kaligrafisine modernlik kazandıran, çok fazla hareket ve özgürlüğe sahip yazı yöntemlerinin oluşturduğu görsel yapıların gücünü keşfetme olanağı verdi. İbn Mukle ile Bağdat okulu ve daha sonra Ebu Hayyan et-Tevhidi’nin Arap hat sanatını ele aldığı yazılarından birinde anlattığı gibi, Arap hat sanatının İbn Bevvab ile kurulan Arap harflerinin formunun estetiğini oluşturması ve Arap harflerini geleneksel çemberinin dışından ele alan bireysel sanatsal deneyimler her zaman ilgimi çekmiştir. En çok Cezayir’de bulunan memleketi Kanadasa şehrine ithafen Kandusi olarak bilinen sanatçı ve âlim Muhammed bin Kasım’ın kaligrafik kompozisyonlarından ilham aldım. Onun kaligrafi deneyimi, harfi farklı bir bakış açısı ve estetik öngörüyle ele alan, tabiri caizse Arap harfinin topografik kimliğini erkenden öngören en önemli deneyimlerden biri olmaya devam ediyor.

Arap hat sanatı, Arap-İslam elyazması yazarlarının ve dervişlerin yaratıcı dinamizminin uzantısı olarak farklı ve çağdaş bir bakışın somutlaşmış halidir. Ruhani bir estetik vizyondan (kalp gözü ve beden gözü arasındaki güzellik) geçen zevkli bir ikilikle yüklü yapıya giden, boşluk tarafından somutlaştırılan vizyoner senfonisiyle, kapsamlı göksel derinliği ile Arap alfabesine takıntılı olmamı sağlayan şey bu. 

Endülüslü Şuayb Ebu Medyen’in Tilimsan’daki türbesini ne zaman ziyaret etsem, cami ve türbenin duvarlarını süsleyen oymaların ve yazıtların güzelliği beni cezbeder ve onları her gördüğümde hala derinden etkilenir ve onlara doğru çekilirim.

Yirmi beş yılı aşkın bir süredir bu estetik temel, Cezayir’in en batısındaki Tilimsan bölgemizde bolca bulunan ve Endülüs mirasıyla doğrudan ilişkisi olan zengin bir kültürel tahayyül ile yüklü camilerin, mezarların ve sufi türbelerinin duvarlarında yoğun bir şekilde asılı olan Endülüs kitabeleri aracılığıyla bana ulaştı.

Kuzey Afrika kültürü sanatçılara ne gibi fırsatlar sunuyor? Kuzey Afrikalı Müslüman bir sanatçı olarak köklerinizle nasıl bağlantı kuruyorsunuz?

Evrensel olan, kaçınılmaz olarak yerelden olan başlar. Yaşadığımız inanılmaz teknolojik büyüme ve iletişimin dijitalleşmesiyle birlikte dünya, duyguların ve ifadelerin birleştiği küçük bir köy haline gelmiştir. Bununla birlikte, her birimizin “anlam” arayışında kendi başlangıç noktalarımız ve dönüm noktalarımız vardır ve dil, herhangi birimiz için sanatsal ürünün parametrelerini tanımlamada önemli bir role sahiptir.

Kuzey Afrikalı benliğin estetik tahayyülünü şekillendiren estetik referanslar, Doğu’dan Batı’ya doğru gelen ruhun ekseniyle ilişkilidir. Bu tahayyülün özellikleri arasında Babil zigguratlarının ve çamur kokusunun tütsü kokusuyla kesiştiği antik Yemen Hadramut yapılarının varlığı yer almaktadır. 

Kuzey Afrika halkının estetik etki çemberinin tamamlanmasına katkıda bulunan bir diğer önemli durak ise Doğu ve Batı’nın birleşmesiyle yeni ve benzersiz sanat tarzlarının doğduğu ve beslendiği Endülüs’tür.

Bir süredir, Mustansır Billah’ın yönetimi döneminde Kur’an’ı yazan hattat kadınların güçlü varlığının yer aldığı Kurtuba’nın başlıklı sanatsal bir proje aracılığıyla Kurtuba dönemini tekrar ele almakla meşgulüm. Ebu İshak es-Sahili el-Gırnati’nin şiiri üzerinden felsefi olarak toprak mimarisine bakan İslam sanatı yüzlerden biri üzerinde çalışıyorum. 

Sanat çalışmalarım gücünü ve köklerini, 1290’da Granada’da doğan ve 1346’da Timbuktu’da ölen, Granada’nın sanat okulunun kurucusu şair Ebu İshak Saheli’nin dinamizminden alıyor. Bütün bir bölgenin sanatsal hayal gücünü tasarlayan bu deha, Gırnata’nın düşüşünden ve bilgi merkezinin Endülüs’ten Sahra Çölü’nün güneyine taşınmasından hemen sonra Batı Sudan’da doğru ortamı buldu. Malzeme ile etkileşimi, felsefesi, yüzyıllar sonra Antoni Gaudi ile Katalan ekolüne ve yeni sanata, daha sonra da Antoni Tàpies ile Barselona ekolüne ve sanatın maneviyatla ilişkisine yol bulmuştur.

Leave A Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir