Abdalbarr Brown: Ernst Jünger’in çalışmalarında üç kavram var; Savaşçı/Krieger, Anark ve Waldgänger-II

Röportajımızın ikinci kısmında daha çok Jünger’in kullandığı temel kavramlar, hayatı üzerine konuştuk. Jünger’i merak edenler için giriş niteliğinde olduğunu düşünüyorum.

Daha önce Jünger’in “özgürlük” arayışından bahsetmiştiniz. Aradığı özgürlük neydi? Hayatının son günlerinde Katolik oldu.

Özgürlük, devletin, bürokrasinin ya da üçüncü tarafların müdahalesi olmadan seçim yapabilme ve hareket edebilme yeteneğidir. Buna aracı diyelim. Vergiler ve günümüzde özellikle tefecilik ve bankacılar olarak da bilinen tefeciler tarafından taciz edilmeden hayatını sürdürebilmektir. Kimse gelip size yapamayacağınızı söylemeden hayatı basitleştirebilmektir. Aslında Resulullah’ın istediği de buydu, sadece Mekkeliler Müslümanların kökünü kazımakta ısrar ettiler ve Allah bunu Kur’an’da açıklıyor, “O, hanginizin daha güzel amel edeceğini sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, Aziz, Gafur’dur.”( Mülk 67:2). Hayatın anlamı bu sınavda.

Jünger ile ilgili özellikle ilginç olan şey, onun aynı zamanda bir asker olması. Bildiğim kadarıyla Şeyh Abdülkadir Sufi’nin böyle bir deneyimi yok.

Bu önemli bir nokta. Ernst Jünger’in kötü bir asker olduğunu söylediğini ve kendisini daha çok savaşçı olarak gördüğünü belirtmek isterim. Bir dava uğruna savaşan biri. Şeyh Abdülkadir Sufi Allah’a ibadet etmek için savaştı.

Türkçeye çevrilen iki romanda, Alaaddin’in Problemi ve Cam Arılar ‘da ana karakterler cepheden dönen ve nihilist bir ruh haline sahip askerler. Ernst Jünger’in çok nihilist olduğunu düşünüyorum.

Onu nihilistten başka bir şey olarak görmüyorum. Romanlarında kesinlikle düşünceli ve nihilist bir ruh hali var, ama çağ böyle değil mi? Avrupa iç savaşı sona erdi ve kazananlar ve kaybedenler var. Yine de bu kitaplarda da çok manevi ve olumlu bir arayış var. Yeni bir şey arıyor, yeni bir nesil için özgürlüğü garanti edecek bir şey. Konuları İlahi olan ve onunla olan ilişkimiz, özgürlük ve onun ne anlama geldiği ve nasıl korunacağı ve çok daha fazlası ama bu iki konu onun eserlerini tekrar tekrar ziyaret etmek için yeterli.

Şeyh Abdülkadir Sufi’nin amacının da bu olduğunu unutmayın. O özgür genç erkekler ve kadınlar istiyordu. Özgürlüğün insanın İlahi olanla ilişkisine bağlı olduğunu biliyor. O, Ernst Jünger’in bir adım ötesindedir çünkü size gerçek özgürlüğü veren şeyi, İslam’ı bulmuştu veya Hazreti Muhammed (s.a.v)’in bize öğrettiği gibi iradeyi Allah’a teslim etmeyi diyebiliriz.

Ernst Jünger bazı boşlukları dolduruyor ve bize ne olduğu ve neyin eksik olduğu hakkında bir fikir veriyor. Müslümanların gözden kaçırdığı sorular Ernst Jünger ve Şeyh Abdülkadir Sufi tarafından birlikte soruluyor ve yanıtlanıyor.

Jünger’in Waldgäng, Der Arbeiter gibi kült eserlerini Türkçe’ye çevrilmediği için okuyamadım. Jünger’i okurken hissettiğim şey, onun her zaman kök aradığı oldu.

Ernst Jünger’in çalışmalarında tanımlanması gereken üç kavram var. Savaşçı/Krieger, Anark ve Waldgänger. Der Arbeiter (İşçi)’i dışarıda bırakıyorum çünkü bu kavram çağı tanımlayan bir şey. Der Arbeiter (İşçi) bizi burada şekillendiren bir şeydir. Ernst Jünger buna çağın Gestalt’ı diyor. Savaşçıya gelince, bu askerin tam tersidir, asker mecbur olduğu için savaşır, bir işi yapmaya zorlanmıştır ve işçinin bir biçimidir. Savaşçı bir şey için savaşır çünkü buna mecbur olduğunu hisseder. Savaşmasının ardında pek çok şey olabilir ama temelinde ruhani ve onurlu bir mücadele yatar. Savaş suçları onun için düşünülemez. Bir onur kuralına göre yaşar ve ölür.

Savaşçı savaş zamanlarında aktiftir. Bu da bizi savaş öncesi ya da savaş sonrası Anark figürüne götürür. Jünger, anarkı Eumeswil kitabında açıklar. Şöyle yazar: ‘Beni bir anark yapan özelliğim, ‘nihayetinde’ ciddiye almadığım bir dünyada yaşıyor olmamdır. Bu benim özgürlüğümü arttırıyor; geçici bir gönüllü olarak hizmet ediyorum.‘ Bunun özünde özgür olan bir adam olduğunu söyleyebilirsiniz. Etrafınızdaki dünya zorbalıkla kısıtlanmışken özgür olmanın bir yoludur. Günümüzde çok faydalı olan bir fikirdir. Dikkatleri üzerine çekmeye ihtiyaç duymayan içsel bir egemenliktir. Bir politikacıya, bir sisteme saldırarak ne kazanılabilir ki? Onlar gelir ve giderler. Yaşamın tümü geçicidir, bu nedenle kendinizi teşhir ederek tehlikeye atmak akıllıca değildir. Hareket etme özgürlüğü, hareket etme korkusundan daha değerlidir.

Bireyin tehlike anında egemenliğini sürdürdüğü bir evredir. Ernst Jünger bunu bir keresinde şöyle tanımlamıştı: ‘Monarşi için hükümdar neyse, anarşi için de anark odur.’ Bu egemen bir bireydir. Her şey hızla değişiyor olabilir, havada tehlike var. Belki bir tiran hüküm sürüyor ya da ‘halk adına konuşan’ bir parti, kartlarınızı olduğu gibi göstermenin sadece belaya yol açacağı bir zamandır. Anarşistler için ruhu ve aklı özgür tutmak daha önemlidir. Eumeswil’de çok ileri görüşlü bir pasaj var. ‘ Zorunlu eğitim esasen doğal gücü kısıtlamanın ve insanları sömürmenin bir aracıdır.Aynı şey, aynı bağlamda gelişen zorunlu askerlik için de geçerlidir. Anark kavramında Ernst Jünger her ikisini de reddeder – tıpkı zorunlu aşılama ve her türlü sigorta gibi… Waldgäng içkindir.

Anark olayların ortasında oturabilir ve fark edilmeyebilir. Yalnızca işler imkansız hale geldiğinde hareket eder ve bunun için hazırlık yapar. Buna Waldgäng denir. Şeyh Abdülkadir Sufi The Time of Bedouin adlı kitabında Waldgäng üzerine şöyle yazar: “Böyle bir adam ‘her insanın ölümsüz olduğuna ve ebedi hayatın onun olduğuna’ inanır. İbn Haldun’a göre böyle bir adam sufidir ve dini İslam’dır.”

Waldgäng, insanların tutuklandığı, işkence gördüğü ve ortadan kaybolduğu bir tiranlık dönemine benzetilebilir. Aradaki fark: Waldgänger’ın toplumdan kovulmuş olması, anark ise toplumu kendinden kovmuş olmasıdır. Eğer hicret edemiyorsanız, o zaman savaşmanız gerekir. Burada tam bir daire çizdik ve bir bakıma savaşçıya geri döndük. Tehlike savaş alanından gelmiyor, daha ziyade kişinin evine ve ailesine yönelik bir tehlike. Kişinin kendi hükümetinden gelir. Kişi özgürlüğünü korumak için kardeşleri, oğulları, amcaları ve komşularıyla birlikte silaha sarılır. Bu noktada kaybedecek bir şey yoktur.

İşçi (der Arbeiter) ile ne anlatıyor ?

Almanca’da işçi anlamına gelir. Ernst Jünger’e göre çağımızın Gestalt‘ıdır. Gestalt = biçim. Kolay bir şekilde açıklanamayacak bir şey. MFAS için yazdığım makalede bunu oldukça iyi açıkladığımı düşünüyorum. Kısacası çağımızdaki her şeyi kapsayan bir varoluş biçimi. Sosyal güvenlik numaralarını insan seri numaraları olarak düşünürseniz, fikrin arkasına geçmeye başlarsınız. Elbette devlet içinde envanter fikri var, insan bireyler, insan ruhları devletin erişebileceği ve siyasi iradeye göre kullanabileceği bir şey olarak görülüyor, o zaman ‘insan kaynakları’ diyorsunuz. Dolayısıyla envanter fikri, onu kullanmak için neye sahip olduğunuzu bilmeniz gerekir.

Bazı açılardan bir köleden daha kötüdür. Köle kendi bakımından sorumlu olmayacağı için, köle durumunda bizler köleyiz ve kendimize bakmaktan sorumluyuz.

Marx buna devletin kendisiyle karşı koymaya çalıştı ama bu sadece durumu daha da kötüleştirdi. Sadece sayıca az olmakla kalmadık, sonunda devletin işe yaramazları ve devlet düşmanlarını tasfiye etmesini engelleyecek hiçbir şey kalmadı. Öngörü kötüydü ama daha da kötü oldu.

Jünger’in günlükleri de en az yazdığı eserler kadar önemli. 

Günlüklerin önemi konusunda katılıyorum. Jünger’in günlükleri, gelecek nesillere yönelik bir mesaj olarak kaleme alınmış gibi görünüyor. Özellikle Paris Diaries gibi Wehrmacht’ın Paris Genelkurmay Başkanlığı’nda tutulan günlükler, o döneme ve Jünger’in düşüncelerinin evrimine ışık tutar. Ne yazık ki, günlüklerin tamamı İngilizceye çevrilmedi. Büyük bir kayıp.  Bu kayıtların, Jünger’in sonraki eserlerini şekillendirmesi açısından büyük önemi olduğunu düşünüyorum.

Okuduğum  kitaplarında Hristiyan teolojisine göndermelerden çok pagan mitolojisine daha fazla atıfta bulunulmasına şaşırdım.

Jünger’in Titanizm olarak adlandırdığı Küfr’e yönelik ana eleştirisini içeren tamamen büyüleyici bir başka unsurdur. Bu çok derin bir konudur ve sadece tevhid perspektifinden bakılabilir. Ernst Jünger ile gerçek tanrılar hakkında konuşmuyoruz. Deneyimlenen enerjilerdir. “Approaches” adlı kitabında tanrılar hakkında şunları söyler: “İsimsiz olanın bir sesi olabilir ama kendisi isimlendirilemez. Bu güçlere isimleriyle hitap etmek, sadece bir tekrarı geri dönüş sanmak olur, çünkü onlar sadece tanıktırlar – Herkül’ün Sütunları. İsimsiz, Belirtilmemiş olan bizi başka yolculuklara çağırır. Geri dönen tanrılar değil, zamansız olan, onların Yaratıcısıdır. Ve onun yeni isimlerle kavranması gerekir.” Ernst Jünger, “tanrıların” değil, İsimsiz’in söz konusu olduğunu açıkça ifade etmektedir. Onlar isimlerdir, yaratılıştaki enerjilerin nitelikleridir, İlahi anlamdaki gerçeklikler değil. O şirk diliyle konuşmuyor, metafor kullanarak konuşuyor. Jünger’in mitoloji hakkındaki temel fikirleri kardeşinden gelir. O da Yunan mitolojisi hakkında yazmıştı. Heidegger ile birlikte Jünger’in Post-hıristiyan olduğunu hatırlamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Yaratılışı Hıristiyanlığın şirkinin ötesinde görmenin bir yolunu arıyorlar.

Ernst Jünger’in büyüleyici yönüdür ve kesinlikle Şeyh Abdulkadir’in onu ilginç bulmasının nedenidir. Ernst Jünger, Goethe gibi, doğal tevhid anlayışına sahipti. Her şeyin birbirleriyle olan ilişkisini gördü.Tevhidi anladı ve onun çalışmalarında görülebilir. Ancak hepsinden önemlisi, İlahi olanın aşkın olduğunu gördü. Kendi başına bir gerçekliği vardır; tekillik diyebilirsiniz, ama bunlar sadece kelimeler ve hem Goethe hem de Jünger bunu anlıyordu.

“İsimsiz” ne anlama geliyor?

Kendimize şu soruyu soralım-: Mihrab bir camide nedir? Elbette Kıble’nin bir göstergesidir, ancak bunun bir sembolü var mıdır? Cevap elbette evet. Bu, insanların putlara taptığı bir zamandan kalan bir şeydir. Yüzeyinde “put yok” diyor. Eskiden bir putun nişi olan yer, Allah’ın Elçisi’nin gelişiyle birlikte İlahi olanı anlama şeklimiz düzeltildi. Boştur ama yine de bir hatırlatıcıdır. Mihrab, görmemiz için oradadır. Mesaj, boşluktur çünkü bir insan olarak neye tapındığınızı gerçekten anlamanız mümkün değildir. Bu yüzden tenzih yaparsınız, aşkın olana tutunursunuz. Allah’ın tenzih edersiniz. Tenzih, “O’na hiçbir şey benzemez” (Kur’an, 42:11) diyerek Allah’ın benzersizliğini ilan etme eylemidir. Ama işte mesele şu ki, O’nu isimlendirmezsiniz—birçok yönden bizim için isimsizdir—bize öğrettiği isimlerle O’nu isimlendiririz. Aynı şekilde, O’nun nasıl olduğunu da bilmeyiz; bize nasıl olduğunu O söyler. “Rabbiniz olan azamet sahibi Allah, onların vasıflandırmalarından münezzehtir…” (Kur’an, 37:180) O’na, O’nun bize Elçisi ve doğru yoldaki Müslümanlar aracılığıyla gösterdiği şekilde sesleniriz. “Sen yücesin, bizim bilgimiz yoktur, senin öğrettiklerinden başka…” (Kur’an, 2:32)

Başka bir perspektiften bakacak olursak, Walter Otto‘nun Theophania‘sından: “Aslında hiç kişiselleştirme yoktur, sadece kişisellikten arınma vardır; tıpkı mit yaratmanın olmaması, sadece mitin ortadan kaldırılması gibi; ve tıpkı Schelling’in önemli sözlerine göre, insanın Tanrı’ya nasıl ulaşabileceğini sormanın anlamsız olduğu, sadece ondan nasıl uzaklaşabileceğini sormamız gerektiği gibi.”

Jünger’in İlahi olanı anlamak için bu tür bir düşünceyi kullandığına inanıyorum. “Geri dönen tanrılar değil, zamansız olanın, yaratıcısıdır.” Jünger çağımızda olanları çözümler. Heidegger’in Spiegel Dergisi ile yaptığı son röportajdaki ifadesine bir tür yanıt gibidir. Orada “Şimdi bizi ancak bir tanrı kurtarabilir” diyor. Jünger’in ifadesine benzer bir kodlu dildir. Bir tanrı mı? Hangi tanrı olabilir ki? Tek bir gerçeklik vardır ve insanların kalplerini İsimsiz olana açmasını bekliyoruz. Her iki konuşmanın da şirksiz/Allah’a ortak koşmadan İlahi olan hakkında konuştuğu aşkın bir dildir.

Onun Katolik olmasından bahsettiğiniz şeye yol açıyor. Gerçekten bilmeden, insanlar onun dönüşümünün yaşadığı yer olan Wilfingen’in doğası nedeniyle olduğunu speküle ediyorlar. Orası Svabya Katolik köyü  ve oraya  gömülmek istiyorsanız Katolik olmanız gerekir. Onun dönüşümünün nedeni olabilir.

Arkadaşlık da Jünger için önemli bir kavram, özellikle de cephe arkadaşlığı.

Evet ve bir bakıma sıklıkla bahsettiği bir konu var. Düşmüş karakol konusunu örnek alır. Hiç kimsenin toprağı olmayan, mahvolmuş bir yerdir ama insan orada yalnız değildir. Düşen karakol, kardeşliğin sınandığı yerdir. Bir kişinin gerçek kardeşlerinin kim olduğunu anlaması için yoldaşlarıyla birlikte son duruşun yapıldığı bu yerden daha iyi bir yer ne olabilir? Kaçışı hâlâ mümkün kılan anlamlı bağlar orada kurulur.

Gerçekten yanınızdaki adam olmasaydı savaşmaya gerek kalmazdı. Silah arkadaşınız için her şeyinizi verirsiniz. Ernst Jünger, hayatı boyunca iki savaştan sonra yoldaşlarıyla yazışmış ve dostluklarını sürdürmüştür. Bu ilişkiler günlüklerinde sık sık yer alır. Ölümünden sonra onlarla yaptığı yazışmaların büyük bir kısmı da yayımlandı. 

Siperlerde günlük tutmaya başladı ve bu günlükler “In Stahlgewittern” adlı eserinin ana kaynağını oluşturdu. O noktadan sonra hayatının geri kalanında aralıklı olarak günlük tuttu. Bu günlüklerin ve kardeşi Friedrich Georg ile yazışmalarının, ellili yıllardaki çalışmalarını üzerine inşa ettiği temeller olduğuna inanıyorum. 

Özellikle de Waldgäng, Gordion Knot  ve  At the Wall of time. Paris günlüklerinde gelecekteki konular hakkında düşünür ve buradaki olaylar daha sonraki eserlerini şekillendirir. Bundan sonra altmışlı yılların ortalarına kadar günlüklere ara verir ve 70. doğum gününden sonra “Siebzig Verweht i yazmaya başlar. Bu günlükleri hayatının sonuna kadar tutar. Bu dönemde yaptığı seyahatlerin ve düşüncelerinin ayrıntılarıdır bunlar ama aynı zamanda edebi eserlerine düşülmüş notlardır da.

Ernst Jünger’in teknolojik ilerleme eleştirilerini ve Heidegger’in Batı’nın düşünsel kökenlerinden çıkacak bir değişimle modern teknik dünyayı dönüştürme görüşünü dikkate alarak, Avrupa düşünce geleneğine dayanarak hangi somut adımlar atılabilir ve bu dönüşüm nasıl gerçekleşebilir?

Derinlere dalarak başlayalım, bugünkü kriz özünde bir ruhsal krizdir. Krizin entelektüel tarafını da belirtmek isterdim ama Alain De Benoist ile yaptığınız röportajda bunun çok iyi bir eleştirisi yapılıyor. Eğer Heidegger’in Spiegel ile yaptığı röportaja bakarsanız, Heidegger gibi bir filozof için bile sorunun entelektüel olmadığını görürsünüz. Heidegger’e bir bağlam vermek için tüm bir pasajı alıntılamak istiyorum. Ölümünden kısa bir süre önce Heidegger, Spiegel dergisine bir röportaj verdi. Birçok konuyu ele alıyorlar ve ona zor sorular soruyorlar, ancak Heidegger çağımızın sorununa dair etkileyici bir argüman ortaya koyuyor.

SPIEGEL: Hölderlin ile ilgili olarak – tekrar alıntı yapmak zorunda olduğumuz için özür dileriz: Nietzsche derslerinizde “Dionysos ile Apollon, kutsal tutku ile sakin anlatım arasındaki çeşitli çatışma, Alman [halkının] tarihsel belirleniminin gizli bir üslup yasasıdır ve bir gün bunun formunu almak için hazır ve hazırlanmış olmalıyız. Bu karşıtlık, ‘kültürü’ sadece tanımlamak için kullanabileceğimiz bir formül değildir. Hölderlin ve Nietzsche bu çatışma ile Almanların özünü tarihsel bir şekilde bulma görevine bir soru işareti koydular. Bu soru işaretini anlayacak mıyız? Bir şey kesin, anlamazsak tarih bizden intikam alacak.” demiştiniz. Bunu hangi yılda yazdığınızı bilmiyoruz ama 1935 yılında yazıldığını tahmin ediyoruz.

Heidegger: Muhtemelen alıntı Nietzsche dersi, “Sanat Olarak İktidar İstenci”, 1936-37 yıllarına aittir. Ancak, sonraki yıllardan da olabilir.

SPIEGEL: Peki, bunu açıklar mısınız? Bu bizi genelden Alman [halkının] somut bir belirlenimine götürüyor.

Heidegger: Alıntının özü şu şekilde de ifade edebilirim: Benim inancım, modern teknik dünyanın başladığı yerde, onun dönüşümünü (Umkehr) de hazırlayabileceğimizdir. Başka bir deyişle, bu Zen Budizmini veya diğer Doğu dünya deneyimlerini alarak olamaz. Bu düşüncenin dönüşümü, aynı kökene ve belirlenime sahip düşünceyle gerçekleşecektir. Düşünce sadece Avrupa geleneğinin yardımı ve yeni bir şekilde benimsenmesiyle dönüştürülebilir.

Bunu biraz açmamız gerekiyor; “tarihsel yol” terimini kullanıyor. Bence burada kastettiği, gerçekten tarihsel olacak kadar büyük bir değişikliktir. Dünya sistemini kucaklayan küçük ayarlamalardan bahsetmiyoruz. Batı’nın içinden gelecek gerçek bir değişiklikten bahsediyoruz. Çevirmen “dönüşüm” kelimesini kullanmış ama ben bunu değişim olarak adlandırmayı tercih ederim. Heidegger, Zen Budizmi veya diğer yolların bu değişimi getiremeyeceğini söylüyor. Neden? Çünkü teknik dünyanın kökeninde onlar yoktur. Teknik dünya tamamen Avrupa düşüncesinin çocuğudur ve aydınlanmadan doğmuştur. Anlamı Hölderlin’in deyişiyle, “Tehlike nerede yükselirse, orada kurtuluş da bulunur.” Bu yaratılışta bir ilkedir. Zehirli bir bitkiye her zaman yakınında bir çare bulursunuz ve Allah’ın Elçisi (s.a.v.) dediği gibi, “Allah herhangi bir hastalığı indirmedi ki, onun şifasını da indirmemiş olsun.” Peki, çare ne olabilir? Heidegger’in beklediği nedir?

Şimdi bir adım geri atalım, dünyamızı saran bu her şeyi kapsayan tekniklik, bildiğimiz kadarıyla tamamen yenidir. Doğası bilgisayar odaklıdır ve dünyamızın hiçbir parçasını etkilememiştir. Amazon’dan Arktika’ya kadar, teknolojinin tozu her şeye düşmüştür. Bu dünya değiştiren olayın en iyi eleştirisinin Avrupa’dan geldiğini ve en derin anlayışının Almanya’dan geldiğini bilmek önemlidir. Bu röportaj serisini yapmamızın bir nedeni de budur.

Doğuda, hastalığın iki yüz yıldan fazla bir süredir Avrupa’dan yayıldığını ve bunun çaresinin Batı’nın derinliklerinde yattığını anlayan birkaç kişi var, eminim. Heidegger tekrar tekrar “Tehlike nerede büyürse, orada kurtuluş da büyür.” der. Dünya, yarattığımız ve sürdürdüğümüz eşitsizlik sistemlerine uyanırsa, gezegeni kurtarmak için uzun bir yol kat edebiliriz.

Karışıklığa kapılmamak önemlidir, sorun teknoloji veya araçlar değil; aksine, bu önemli, sorun tefecilik, para sistemimiz ve bunu yönetenlerdir. Tefecilik olmadan, ki bunu kanserli bir büyümeye benzetebilirsiniz, dünya şu anki durumda olmazdı. Belki de insanlığa en büyük oyun, değersizliğin değer taşıdığı, paranın büyüdüğü ve elektronik verilerin para olduğu fikridir.

Ernst Jünger’in Hitler’e suikast düzenlediği doğru mu? Dönemin Alman ordusunda aristokrat ailelerden gelen bazı generaller Hitler’i sevmiyordu.

Onu öldürmek için komplo kuran çemberin içindeydi ama doğrudan müdahil olmayı reddetti. Bir tarihçi olarak, bir tirana suikast düzenlemenin sadece daha kötü bir tirana ve tiranlığın güçlenmesine yol açacağı görüşündeydi. Hitler’i öldürmek için artık çok geçti. Onun işi bitmişti. Generaller sonunu beklemeliydi ama davaları daha en başından kaybedilmişti. Müttefikler çoktan kayıtsız şartsız teslim olma çağrısında bulunmuştu. Generaller Hitler’den kurtularak pazarlık yapabileceklerini düşündüler ama artık çok geçti ve hayatlarını bir hiç uğruna verdiler.

Ernst Jünger’in gençliğinde Yahudilik üzerine yazdığı kısa bir metin var. Ernst Jünger Anti-Semitist miydi?

Hayır, değildi. Gençliğinde birkaç şey söylemiş olabilir. Bunun onun karakterinin bir parçası olmadığı dışında söylenecek çok az şey var. Aslında yazılarında hiç nefret bulamadım. Varsa bile bu tiranlık içindir. Kendisini herhangi bir şeye karşı tanımladığını hiç sanmıyorum. Eğer öyleyse, belki de gençliğinde Weimar Cumhuriyeti’ne karşıydı, diyalektik düşünce onun olgun düşüncesinin veya yazısının bir parçası değildi.

Ailesine ne oldu?

Ernst Jünger’in aile hayatı oldukça trajikti. Ernstel ve Alexander adında iki oğlu vardı. Ernstel, Carrera’nın mermer kayalıklarının yakınında düştü. Nazileri eleştirdiği için cepheye sürüldü. Alexander doktor oldu ama hayatının ilerleyen dönemlerinde intihar etti.

Röportajın birinci bölümünü okumak için tıklayın.

Leave A Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir