Andy Tauer’ı sadece bir parfümör olarak tanımlamak haksızlık olur; o aynı zamanda bir sanatçı. Hem tasarladığı kokular hem de niş parfüm dünyasındaki öncü kimliğiyle yaşayan en büyük ustalardan biri. Tüm üretim ve satış süreçlerini tek başına üstlenerek adeta “tek kişilik bir ordu” gibi çalışıyor. Tauer Parfümleri bu yıl 20. yılını kutlarken, yoğun programına rağmen sorularımı yanıtlayacak vakit ayırdı. Kendisiyle gerçekleştirdiğimiz bu röportaj, Türkiye’deki ilk söyleşi olma özelliğini de taşıyor.
Parfüm tasarımcısı olmaya nasıl karar verdiniz?
Parfüm tasarımına olan yolculuğum, yaratıcılığın derinliklerine yaptığım çok kişisel bir keşif olarak başladı—kendimi ifade etmenin yeni bir yolunu arıyordum. En başından beri, kokuların dönüştürücü gücüne hayran kaldım: Tek bir damla esansiyel yağın ya da özenle seçilmiş bir notanın anıları canlandırabilmesi, duyguları harekete geçirebilmesi ya da yepyeni duyusal deneyimler sunabilmesi beni büyüledi. Doğal aroma materyalleriyle başladım; onların saflığı ve derinliği beni kendine çekti. Sonrasında sentetik aroma bileşenlerine yönelerek bambaşka olasılıkların kapısını araladım.
Bu materyalleri harmanlama süreci, benim için bir sanat formuna dönüştü—görünmez renklerle resim yapmak gibiydi ve ortaya çıkan sonuç, çoğunlukla parçaların toplamından daha fazlasını ifade ediyordu.
Mandy Aftel’in Essence and Alchemy adlı eseri, parfümerinin kadim ve mistik köklerine duyduğum hayranlığı derinleştirdi. Ham maddelerle denemeler yapmak yalnızca yaratıcı açıdan teşvik edici değil, aynı zamanda çok sakinleştiriciydi—tam anlamıyla meditatif bir deneyimdi. Karıştırma ve harmanlama süreci, malzemelerle yapılan sessiz bir diyalog gibiydi; kaotik bir dünyada uyum ve denge arayışı hissi uyandırıyordu.
Parfüm tasarımı kısa sürede bir keşif yolculuğuna dönüştü—güzellik arayışı ve mükemmellik peşinde bir serüvendi. Her yeni karışım, kokuların birbirleriyle nasıl etkileşime girdiğini, nasıl evrildiğini ve nasıl bir hikâye anlattığını anlamama bir adım daha yaklaştırdı. Mesele sadece güzel kokan bir şey yaratmak değildi; duygular uyandıran, bir özü yakalayan ve bağ kurma anları inşa eden bir şey yaratmaktı.
Başlangıçta ne bir parfümör olma ne de bir marka kurma gibi bir niyetim vardı. Bu, adeta bir tür dua gibiydi—tamamen bir tutkuydu. Ancak konunun derinliklerine indikçe, fırsatlar ve bağlantılar sanki tesadüfî bir şekilde, kendi kendine şekillenmeye başladı. Şans, kader ya da bir dizi talihli rastlantı sayesinde bu yola girdim ve bu yolu tüm kalbimle benimsedim.
Bu süreçte yalnızca parfüm tasarımcısı olarak ustalığımı geliştirmekle kalmadım, aynı zamanda bir insan olarak da büyüdüm. Parfüm üretimi bana sabrı, ayrıntılara özen göstermeyi ve kusurlardaki güzelliği takdir etmeyi öğretti. Ömür boyu sürecek bir uğraş olarak, sonuç kadar yolculuğun kendisi de büyük bir ödül niteliğinde.
İsviçre’nin saat yapımı, zanaatkârlık gelenekleri ve kültürel ortamı tasarımlarınızı nasıl etkiledi?
İsviçre’de doğup büyüdüm ve ülkenin kültürel mirası, çoğu zaman bilinçli olarak farkında olmadığım şekillerde, adeta genlerime işlemiş durumda. Bu miras benim DNA’min bir parçası. İsviçre, saat yapımı, zanaatkârlık gelenekleri, tipografi, sade tasarım anlayışı ve güçlü iş ahlâkıyla ünlüdür. Bu değerler, parfüm yaratım yaklaşımımı büyük ölçüde şekillendirdi.
Küçük bir ülke olduğu için İsviçre her zaman küresel düşünmek zorunda kalmıştır ve bu bakış açısı, şirketimi kurarken bana da ilham verdi. En başından beri kendimi sadece İsviçre ile sınırlamak yerine uluslararası pazara odaklandım. İlginçtir ki dünyanın en büyük parfüm şirketlerinden bazıları—IFF ve Givaudan gibi—İsviçre kökenlidir. Bu da ülkenin koku ve tasarım alanındaki mükemmeliyet geleneğini doğrular nitelikte.
Tauer Parfums’ü kurmaya nasıl karar verdiniz ve bu süreçte neler yaşadınız?
İlk birkaç yıl boyunca, bir şirket kurmaya odaklanmadım. Sadece parfüm yapıyor ve onları sınırlı miktarlarda satmanın keyfini çıkarıyordum. Ancak zaman geçtikçe bu tutkunun bir hobi olmanın ötesine geçebileceğini, hayatımın merkezine koyabileceğim bir işe dönüşebileceğini fark ettim. Bu farkındalık, devam etmek için bana cesaret verdi.
Önce yarı zamanlı çalışıyordum, ancak sonunda kendimi tamamen parfüm sektörüne adadım. Şirketi kurmak inanılmaz derecede tatmin ediciydi ama özellikle zaman ve para konusunda büyük fedakârlıklar gerektirdi. Geriye dönüp baktığımda, o ilk zorluklar hem beni hem de markayı şekillendirmede çok değerliydi.
Elbette dünya, İsviçreli ve henüz adı duyulmamış bir parfümörün yarattığı niş bir parfüm markası için bekliyor değildi. Bu da başlı başına bir zorluktu. Ancak azim, tutku ve samimi bir yaklaşım sayesinde, son derece rekabetçi olan bu sektörde kendime bir yer açabildim.
Bir parfüm yaratma süreciniz nasıl işliyor ve özellikle efsanevi parfümünüz L’Air du Désert Marocain nasıl ortaya çıktı?
L’Air du Désert Marocain, koleksiyonumda belirgin bir ikon hâline geldi. Yaklaşık 20 yıl önce yarattım ve ilk parfümüm Le Maroc pour Elle’den sonra, Eylül 2005’te piyasaya sürdüm. Le Maroc pour Elle, o dönem için beklenen etkiyi yakalayamamıştı.
L’Air du Désert Marocain’in ilham kaynağı, bir arkadaşımın kitaplar ve Fas’a özgü ürünler sattığı dükkânıydı. Fas’a çok sık gitmemiş olmama rağmen, ülkeye dair anlatılan hikâyeler ve kokular beni büyüledi.
Kafamda, akşam vaktinde Fas’taki bir otel odasında uzandığım bir sahne canlandırdım. Kapı ve pencereler açık, çöle özgü kokular rüzgârla odaya doluyor. Ay yükseliyor ve baharattan narenciye kokularına, uzaktaki bir fırında pişen hamur işlerine, açık ateşte yemek pişiren kadınların isli kokularına kadar o atmosferin tüm zengin kokuları havayı dolduruyor. Bu çok canlı duyusal imge, bana ilham oldu.
Bu parfümü yaratmak hiç de kolay değildi. Hayalini kurduğum o ânın özünü yakalamak için sayısız deneme ve düzenleme gerekti. L’Air du Désert Marocain, benim tasarım sürecimi özetler nitelikte: Bir hikâye veya imajla başlamak ve onu kokuya dönüştürmek.
Elbette tüm kreasyonlarım bu şekilde ortaya çıkmıyor. Bazen belirli bir ham madde bana ilham veriyor. Örneğin, CO2 yöntemiyle elde edilen Boswellia serrata tütsüsü, Incense Extrême isimli temiz ve minimalist bir tütsü yorumu yapmama vesile oldu. Kimisi hayalî bir dünyadan, kimisi tek bir hammaddeden yola çıkar; iki yaklaşım da benim için aynı derecede keyifli.
Bir parfümü benzersiz kılan nedir ve tasarımlarınızda hangi özelliklere odaklanırsınız?
Bazı notalar ve ham maddeler var ki, onlara sürekli geri dönüyorum. Örneğin, cistus labdanum ekstraktları ve ambergris’i Ambroxan formunda sık kullanıyorum—farklı yönlere ışıldayan ve değişebilen çok yönlü bir molekül.
Gül yağı, gül absolüsü ve portakal çiçeği gibi çiçeksi ekstraktlar da favorilerim arasında, ancak onlarla çalışmak oldukça zorlayıcı olabiliyor. Hint veya Avustralya menşeli sandalağacı da paletimde özel bir yere sahip.
Beni özellikle mutlu eden bazı ham maddeler var. Örneğin Ambrein adlı reçinemsi, odunsu ve amberimsi bir materyal beni tamamen büyülüyor. Doğal çok yönlülüğü bana sürekli ilham veriyor.
Fakat asıl büyü, tekil malzemelerde değil, onların bir araya gelerek ortaya çıkardığı ve toplamın ötesine geçen uyumda gizli. Bu dönüştürücü simya, derin bir felsefi boyuta sahip ve parfümerinin en tatmin edici yönlerinden biri.
Niş parfümün günümüzdeki durumu ve geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? Teknoloji ve kültürel etkilerle birlikte sektörün nasıl gelişeceğini öngörüyorsunuz?
Parfüm sektörü döngüseldir. Büyük trendler ortaya çıkar, zirveye ulaşır ve tüketiciler yeni bir “büyük şey” aramaya başladığında popülerliğini yitirir. Ancak el işçiliğine dayalı niş parfüm, daha küçük ölçeği ve kişisel yaklaşımı sayesinde geçici trendlerin ötesine geçebiliyor.
Bugün pazarda sayısız marka var ve tüketiciler niş, üst segment (fine fragrance) ve kitlesel pazar ürünlerini birbirinden ayırt etmekte zorlanıyor. Bu nedenle gerçeklik ve samimiyet büyük önem kazandı.
Bir parfüm markası kurmak hiç olmadığı kadar kolay. Yeterli kaynağa sahip herkes bir marka başlatabilir, ancak birçoğu özgün yaratıcılık veya etkileyici hikâyeler olmadığı için başarısız oluyor. Çoğu aynı kokuevlerine (fragrance houses) ve yaratıcı ekiplere güveniyor, bu da ürünlerin birbirine benzemesine yol açıyor.
Geleceğe baktığımızda, yapay zekâ (AI) hem koku tasarımında hem de pazarlamada daha büyük rol oynayacak. Geniş veri kümelerini analiz etme yeteneği, geçmişte başarılı olmuş formüllerden esinlenen parfümleri oluşturmayı mümkün kılabilir. Bu, belirli pazar segmentlerine hitap edebilir, ancak insan parfümörlerin sezgisel sanatsallığı ve yaratıcılığı olmadan eksik kalır.
Tüm bu teknolojik değişimlere rağmen, koku dünyasının hâlâ büyük ölçüde keşfedilmemiş olduğuna inanıyorum. Makinelerden ziyade insan yaratıcılığı ve merakıyla keşfedilmeyi bekleyen muazzam bir “koku kıtası” var.
İnsan odaklı bu keşif potansiyelinin sınırsız olduğuna dair inancım, bana sürekli ilham veriyor. Benim odağım, özgün, kişisel ve orijinal bir şey yaratmak—yani diğerlerinden ayrılan bir ürün sunmak. Bu yaklaşımla gurur duyuyorum ve yaratıcı yolculuğuma daha uzun yıllar devam etmeyi umuyorum.
Bugüne kadar aldığınız en unutulmaz kullanıcı geri bildirimi neydi?
Evet, hâlâ çok net hatırlıyorum. Yıllar önce bir etkinlikte yaşanmıştı. Fas kökenli bir kadın, L’Air du Désert Marocain’i ilk kez orada kokladı. Parfümü duyduğu anda ağlamaya başladı. Sanki bu koku, onda çok güçlü ve kişisel anıların kilidini açmıştı—öylesine derin ve etkileyiciydi ki tamamen duygularına kapıldı.
Bir süre sonra yanıma geldi, hâlâ duygusallığı devam ediyordu ve bu kadar etkili bir parfüm yarattığım için bana teşekkür etti. Bu an benim için de son derece dokunaklıydı. Eserlerimin böyle derin ve anlamlı bir tepki uyandırabildiğini görmek, asla unutamayacağım bir hatıra olarak hafızamda yer etti. Kokunun yaratabileceği dönüştürücü bağın gücünü bir kez daha hatırlamış oldum.