Selenia De Felice: Mishima çöken modernliğe karşı, kadim ve güzel bir ölümün büyüsüne kapılmıştı

Yukio Mishima’nın pek çok eseri Türkçeye çevrilmiş olsa da, onun siyaset ve kültür üzerine düşünceleri ülkemizde hâlâ yeterince bilinmiyor. Muhafazakâr devrimcilik üzerine yaptığım araştırmalarda Mishima, sürekli karşıma çıkan önemli bir figürdü. Mishima’nın düşünceleri üzerine Idrovolante Edizioni tarafından yayınlanan “Yukio Mishima: Infinito Samurai” kitabının editörü Selenia De Felice konuştuk.

Bize kısaca Yukio Mishima’dan bahsedebilir misiniz?

Yukio Mishima

Yukio Mishima, gerçek adıyla Kimitake Hiraoka, Ocak 1925’te Tokyo’da doğdu. 20. yüzyıl Japon kültürünün en ilgi çekici edebi figürlerinden biri olarak hâlâ önemli bir yer tuttu. Soylu bir samuray soyundan gelen Mishima, eserlerinde modernlik, manevi yaşam ve dönemin Japon endüstriyel uygarlığı arasındaki çoğu zaman çatışmalı birlikteliği ustalıkla işledi. 1949’da yayımlanan çok satan romanı Bir Maskenin İtirafları ile uluslararası arenada ün kazandı ve Batı’ya seyahat etmeye başladı. Bu yolculuklar sırasında Antik Yunanı keşfetti ve güzellik ile mükemmellik felsefesine hayran kaldı. Onun anlatısının temel unsurları arasında daima estetik arayış, dilin titizlikle seçimi ve şu temalar vardı: Güzellik ve Ölüm, Güzellik ve Şiddet, Güzellik ve Eros.

Yukio Mishima aynı zamanda yetkin bir oyun yazarı ve nō tiyatrosu uzmanıydı. Bu sanata, kendisini annesinin bakımından uzaklaştırıp adeta kendi oğlu gibi yetiştiren anneannesi tarafından yönlendirildi. Anneannesinin geleneksel ve ağırbaşlı ev ortamı, Mishima’nın çocukluk yıllarını derinden etkiledi. Mishima’nın hayat öyküsü, eserlerinin doğasıyla paralel şekilde izlendi: Yasak Renkler ve Bahar Karları gibi içe dönük eserlerden, 1967’de yazdığı Savaşçının Yoluna — 17. yüzyıl samurayı Tsunetomo Yamamoto’nun Hagakure adlı eserine kişisel bir yorum — doğru bir evrim gözlemlendi. Hayatının son yıllarında, İmparator’u koruma arzusu, kendi finansmanıyla kurduğu özel ordu Tate no Kai (Kalkan Topluluğu) aracılığıyla eyleme dönüştü. 25 Kasım 1970’te, General Mashita tarafından yönetilen Ulusal Savunma Ajansı’nı bastıktan sonra, Japon geleneklerinin ve özgün ruhunun korunmasına dair son bir konuşma yaptı. Ancak oraya toplananlar onu alaya aldı. Bu karşılık, mesajının başarısız olduğunu anlayan Mishima, en sevdiği müridini seppuku sırasında yardımcı olması için görevlendirdi ve ritüel intiharı gerçekleştirerek adını dünya tarihine kazıdı.

Mishima’nın Japon toplumunun modernleşme sürecine yönelik başlıca eleştirileri nelerdi? Ne tür bir kültürle ilişki kurdu ve milliyetçiliğe nasıl yöneldi?

Otuz farklı yazarın katkı sağladığı bu çalışma, Mishima’nın hayatı, eserleri ve mirası hakkında farklı bakış açıları sunmayı ve okuyucuda yeni bir merak uyandırmayı amaçlıyor.

Toplumu ve Japon kültürünü daha ilerici bir biçime sokma projesi, Meiji dönemine (1868–1912) kadar izlendi; bu dönemde şogunluktan çıkılarak siyasi düzlemde imparatorluk iktidarının restorasyonu gerçekleştirildi. Bu dönemde, ordu komutanları, doktorlar ve devlet mühendisleri, çeşitli teknolojileri uygulamalı biçimde öğrenmek amacıyla Avrupa’ya gönderildi. Yeni bilgilerle döndüklerinde, Japonya’nın yapısını önümüzdeki yıllarda değiştirecek bir dönüşüm başlattılar. Ancak bu dönüşümün bir bedeli de oldu: Batı kültürüne yönelik dengeli bir ilham alma süreci, zamanla Japon yaşam tarzının hemen her yönünü olumsuz etkileyen aşırı bir Batılılaşmaya dönüştü. Bu durumdan en fazla zarar gören alan ise, hiç kuşkusuz, dini ve kültürel gelenekler oldu.

Yukio Mishima’nın eleştirileri ise onun yaşadığı tarihsel bağlamda anlaşıldı. Shōwa dönemi (1926–1989), Hirohito’nun hükümdarlık dönemine denk geldi ve modern Japonya’nın en uzun dönemi oldu. Bu süre zarfında Japonya, II. Dünya Savaşı’ndaki yenilgiyi ve ardından, güneş tanrıçası Amaterasu’nun soyundan geldiğine inanılan İmparator’un “insani doğasının” resmen ilan edilmesini (ningen-sengen) deneyimledi. Japon medeniyetinin temelindeki bu değerlerin çöküşü bağlamında, Batılı yaşam tarzını benimsemiş (İtalyan gömlekleri, Küba puroları, barok mobilyalar) olsa da, Mishima İmparator figürüne mutlak sadakatini korudu.

Kültürün Savunusu adlı eserinde, Şubat 1936’da, genç subaylardan oluşan bir grubun, mali oligarşinin aşırı gücünü sınırlayacak bir devlet reformu talebiyle sokağa çıktığı bir olay anlattı. Bu subaylar, İmparator Hirohito’nun desteğini umdular; ancak İmparator onları desteklemediği gibi, seppuku yapmayan askerlerin halk önünde idam edilmesini emretti. Mishima, bu olaya “ahlaki devrim” gözüyle baktıysa da, onun gözünde İmparator’a olan inanç, imparatorluk sisteminin içkin bir devrim biçimi olarak kaldı.

“Muhafazakâr devrimcilik” bağlamında, Mishima’nın geleneksel kültüre derin bağlılığı ve politik dönüşüm arzusu hangi noktalarda birleşti?

Yine 26 Şubat Olayları bağlamında, Mishima’ya göre geleneksel değerlere bağlılık, siyasi sahada bu değerlerin yeniden tesisi anlamına geldi ve her zaman İmparator’un merkezî konumunu temel aldı. Ayrıca, “bütün dünya tek çatı altında” anlamına gelen Hakko-ichiu idealine de vurgu yaptı. Bu fikir, Japon değerlerinin evrenselliğini savundu ve Japonya’yı bu değerlerin dünyaya yayılmasında öncü bir ulus olarak gördü. Mishima’ya göre, özellikle Japonca edebiyat, dilin şekillendirici rolü nedeniyle kültür ve siyasetin inşasında temel bir araç oldu.

Mishima’nın 13 Mayıs 1969’da Tokyo Üniversitesi’nde sol görüşlü öğrenci liderleriyle yaptığı ünlü tartışmadan bahsedebilir misiniz? Bu tartışmanın Japon entelektüel ortamında nasıl bir simgesel anlamı vardı ve sonraki kuşakların politik-felsefi yönelimlerini nasıl etkiledi?

“Ben bir Japonum. Böyle doğdum ve böyle öleceğim. Başka bir şey olmak istemiyorum!”
Bu ifade, 13 Mayıs 1969 tarihinde Yukio Mishima’nın sol görüşlü Zenkyōtō öğrenci hareketiyle yaptığı üniversite buluşmasında sarf edilir. Mishima, o gün Tokyo Üniversitesi’ne davet edilir ve dönemin etkili sol hareketlerinin önde gelen isimlerinden biri olan Akuta Masahito ile tartışmaya girer; Akuta bugün çağdaş Japon tiyatrosunun saygın bir ustasıdır.

Bu karşılaşma öylesine hareketli ve serttir ki, adeta bir eskrim müsabakasını andırır. Mishima, bu tartışma sırasında düşüncesinin iki temel noktasını — şaşırtıcı biçimde Zenkyōtō ile ortak olan — yeniden teyit eder: entelektüalizme karşıtlık ve şiddetin kabulü, eğer sağlam bir ideolojik temele dayanıyorsa.

1960’lar ile 70’lerin eşiğinde Japonya, artık geçmiş acılara karşı hissizleşmiş, tüm enerjisini ekonomik yeniden yapılanmaya yöneltmiştir; ancak bu kalkınma, manevi bir karşılık bulamamaktadır. Bu atmosferde Mishima, ülkede barış yanlısı sol kesimler tarafından nefretle karşılanır, muhafazakâr sağ ise onu mesafeyle ve şüpheyle izler. Zira o, siyasal açıdan sabit bir konuma yerleştirilemeyecek kadar eklektik ve sıra dışı bir figür.

Mishima’nın ideolojisi ile sanat ve estetik anlayışı (özellikle beden, güzellik, disiplin ve ölüm) arasında nasıl bir ilişki vardı? Ondan sonra gelen yazar ve düşünürleri nasıl etkiledi?

Tıpkı İtalya’da Gabriele D’Annunzio’nun yaptığı gibi, Mishima da yaşamı ve eserlerini geçmişe yönelik güçlü bir çağrıyla birleştirdi. Döneminin entelektüel elitleri geleceğe yönelirken, o geçmişin disiplinini ve güzelliğini sahiplendi. Belki de tesadüf değil⁴ , Mishima, D’Annunzio’nun eserlerini Japoncaya çevirdi.

Onun ideolojisiyle estetik anlayışı arasında güçlü bir bağ vardı. Romanlarında bedenin maddeselliği, bu bedenin “plastik” tasvirleri ve disiplin vurgusu hep ön planda oldu. Gençliğinde fiziksel olarak zayıf görüldüğü için askerliğe alınmadı. Ancak Yunanistan gezisinden sonra klasik heykellerin oranlı yapısını gördü ve Japonya’ya döner dönmez dövüş sanatları ve vücut geliştirmeye başladı. Ellerini başının üstüne koymuş, göğsünden oklarla vurulmuş bir şekilde San Sebastiyan gibi poz verdiği ikonik fotoğrafı, neredeyse herkesin bir kez gördüğü bir görüntü oldu.

Yukio Mishima’dan hâlâ neden ciddiyetle bahsettik? Doğumunun üzerinden yüz yıl geçti, kültürel olarak ondan yüz binlerce kilometre uzakta olsak da, eserleri ve düşünsel çizgisi günümüzde bile – kimilerine göre ürkütücü – büyüleyici bir etki taşıdı.

Mishima Avrupa’da nasıl karşılandı? Onun milliyetçilik anlayışı ile Avrupa’daki sağ entelektüellerin kültürel kriz yorumları arasında nasıl benzerlikler kuruldu?

Çok satan romanlarına rağmen, Yukio Mishima’nın Avrupa’da Haruki Murakami veya Yasunari Kawabata gibi Japon yazarlarla kıyaslanabilecek düzeyde tanındığını söylemek zordu. Bunun nedeni, özellikle Kültürün Savunusu gibi kimi eserlerinin siyasi ve felsefi niteliğe sahip olmasıydı. Bu tür eserler, Japon tarihine ve kültürüne özel bir ilgi gerektirdi.

Elbette David Bowie gibi sanatçılar veya fotoğrafçı Eikō Hosoe onun Batı’da tanınmasına katkı sağladı. Ancak bazı Batılı çevrelerin Mishima’yı bir “pop ikonu” olarak sunması, ne kadar doğru oldu?

Öte yandan sağ entelektüel çevrelerde Mishima, felsefi-siyasi metinlerinin evrensel doğası nedeniyle önemli bir referans kabul edildi. Güneş ve Çelik ya da Genç Samuraylar İçin Dersler gibi kitaplar, sade ve öğretici yapıları sayesinde, kendi ülkelerinde ve zamanlarında gelenekleri savunan herkes için bir tür el kitabı işlevi gördü. Bu eserler, Lizbon’dan Budapeşte’ye kadar geleneksel değerlere dayalı siyasal angajman arayışında olanlara ilham kaynağı oldu.

25 Kasım 1970’te Mishima’nın gerçekleştirdiği seppuku, onun ideolojik ve estetik arayışının zirvesi miydi, yoksa Japon toplumunun modernleşmesine ve kendi ideallerine karşı duyduğu derin hayal kırıklığının bir dışavurumu muydu?

Yukio Mishima, ölüm biçimi olarak eski samurayların uyguladığı ritüel intihar olan seppuku’yu tesadüfen seçmemiştir; tam tersine, artık tamamen duyarsızlaşmış olan Japon toplumuna karşı duyduğu derin hayal kırıklığını somut ve son derece dramatik bir şekilde göstermek istemiştir. Ancak aynı zamanda, bu eylem son nefesine kadar estetik bir bütünlük arzusu olarak da yorumlanabilir. Mishima, gerçekten de hayatın bir savaşçısıydı; yavaş yavaş çöken modernliğe karşı, kadim ve güzel bir ölümün büyüsüne kapılmıştı — bu, onun için kaçınılmaz çöküşe karşı kusursuz bir panzehirdi.

Leave A Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir