B. R. Teitelbaum: Lindbom ile muhafazakâr devrimcileri buluşturan nokta, liberalizm ve ilerlemeci moderniteye yönelik ortak şüphecilik ile toplumun ilerleme değil çöküş içinde olduğu inancıdır

Tage Lindbom, Gelenekselci ekol içinde yer alan muhafazakâr ve sağ siyasetle ilişkili bir düşünür. Her ne kadar doğrudan Muhafazakâr Devrim hareketinin parçası olmasa da, siyasi fikirleri bu bağlamda dikkat çekici. Gulnaz Sibgatullina ile Benjamin R. Teitelbaum’un “Sufi Traditionalism and the Radical Right” Gelenekselcilik ve sağ siyaset bağlamında makalesi önemli bir kaynak.

Tage Lindbom, Gelenekselci ekol içinde ilginç bir figürdür. Onu tanımayan okurlar için kısaca tanıtabilir misiniz?

Tage Lindbom

Lindbom (1901–2001), Gelenekçi Ekol ve İsviçreli filozof Frithjof Schuon’un tarikatı aracılığıyla Sufi İslam’a girmiş bir İsveçli filozoftu. Yaşamının büyük bölümünü Stockholm’de sosyopolitik seçkinlerin kıyısında geçirdi; bu nedenle —o dönemde etnik bir İsveçli için son derece alışılmadık bir durum olan— İslam’a geçişini gizli tuttu. Hem dine genel ilgisi hem de özel olarak Gelenekselci tarz bir tasavvufa bağlılığı, daha çok kitaplarında dışavurum buldu. 1951 ile 2004 arasında yirmiden fazla kitap yazdı; bunlar arasında Sancho Panzas väderkvarnar [Sancho Panza’nın Yel Değirmenleri] ve Demokratin är en myt [Demokrasi Bir Mitleştirmedir] gibi önemli eserler yer alır. Bu kitapların ortak teması, liberalizm, demokrasi ve sekülarizmin insanın Tanrı’yı ve kutsalı akıl ve mühendislikle “ikame etme” girişimi olduğu iddiasıdır. Hayatının sonuna doğru Lindbom, iki farklı genç takipçi çevresi çekti: Biri, onun dinî pratiğiyle ilgilenen ve çoğunlukla karışık kökenli Müslüman erkeklerden oluşan, Lindbom’u “muhtemel bir İsveç İslamı”nın sembolü olarak gören bir gruptu; diğeri ise onun modernite karşıtı siyasetine ilgi duyan ve İsveç’teki radikal sağın gelecekteki bazı liderlerini içeren bir çevreydi.

Lindbom, İsveç Sosyal Demokrat Partisi’nde arşiv direktörü ve kütüphane yöneticisi olarak görev yaptı ve çeşitli kültürel kurumlarda etkin bir entelektüeldi. Ancak zamanla ‘radikal muhafazakârlığa’ yöneldi. Bu dönüşümün arkasındaki dinamikler nelerdi?

Elimizdeki en iyi bilgiler, Lindbom’un otobiyografik anlatılarından gelir. Sosyal Demokrasiye erken yönelişini, daha önceki komünizm ilgisinden doğan bir adım olarak tanımlar; bu ise, kendi ifadesiyle, biyolojik ebeveynlerinden yoksun, evlat edinen ebeveynlerine karşı nefretle dolu trajik bir çocukluk döneminden kaynaklanmıştır. O çocukluk öfkesi için erken bir kanal, “esas olarak babaları yok etmeye adanmış bir kardeşlik” olarak gördüğü komünist hareket olmuştu. Ancak komünizmin gerektirdiği o “katı öfkeye” sahip olmadığını, yaş ilerledikçe siyasetin yumuşadığını ve Uppsala Üniversitesi’ndeki başarısının ona profesyonel kapılar açtığını, bunun sonucunda da Sosyal Demokratların bürokrasisine geçtiğini anlatır. Bu, İsveç’te yirminci yüzyıl boyunca baskın sosyal ve politik güç olan partiye katılarak ülkenin yönetici sınıfının içine adım atması demekti.

Ancak demokratik sosyalizmden çıkışı ve reaksiyoner muhafazakârlığa yönelişinin tohumları en başından beri vardı. Parti meslektaşları ekonomik politikaya odaklanırken, o bunun insan ihtiyaçlarının bütününü karşılamadığını (ya da insan ihtiyaçlarının esasen maddi kategoriler olarak düşünülemeyeceğini) savunuyordu. Bu nedenle önce psikolojiye, ardından “kültür”e ilgi gösterdi —bu iki alan da insanı sosyalizmin ilgilendiğinden daha gizemli bir varlık olarak kavrama yollarıydı. Bu bile onu parti içinde bir “dışarıdan biri” hâline getirmeye başlamıştı.

Sonunda, insanların ve dünyanın anlaşılmasını sağlayanın psikoloji veya kültür değil, ruhsallık ve din olduğunu; bunların da Sosyal Demokratların seküler yönetimcilik hayalleriyle taban tabana zıt olduğunu düşünmeye başladı. Bu sonuçlara vardıktan sonra, özü itibarıyla anti-liberal, anti-modern ve anti-demokratik olarak tanımladığı bir maneviyata yöneldi.

Lindbom’un İsveç sağ düşüncesine katkısı ne olmuştur? Temel fikirlerini ve bunların entelektüel/siyasal olarak nasıl karşılandığından bahsedebilir misiniz?

Lindbom, İsveç’te açıkça modernite karşıtı radikal sağ düşünceyi besledi. Frithjof Schuon ve Kurt Almqvist gibi eski Gelenekçi düşünürlerle, Gelenekçi olmasalar da Gelenekçiliğin ortak fikirlerini —anti-modernlik, anti-liberalizm gibi— kullanan Fransız Yeni Sağı’nın temsilcileri arasında bir köprü görevi gördü. Politik açıdan motive olmuş genç takipçilerinin bir kısmı, daha sonra Nazizm ya da skinhead tarzı beyaz milliyetçiliğe değil, Alain de Benoist ve Guillaume Faye gibi Fransız düşünürlere yöneldiler; bunlar İsveç radikal sağının entelektüelleri olacaktı.

Lindbom’dan bu çevrelere geçen fikirler arasında, liberalizmin özgürlük ve eşitlik gibi “ikiz hedefler” güttüğünü iddia etmesine rağmen gerçekte sadece tek bir hedefi —eşitliği— izlediği; eşitlik arayışının da kendi alanında tam bir benzeşlik ve homojenlik sağlanana kadar durmayacağı eleştirisi vardır. Ayrıca feminizm, çokkültürcülük ve küreselleşme gibi olgulara gerçek panzehirin kapitalizm, faşizm veya benzeri ideolojiler değil, din ve maneviyat olduğu iddiasını da miras bıraktı.

Lindbom ile Spengler, Jünger veya Heidegger gibi muhafazakâr devrimci düşünürler arasında etkileşim veya tematik paralellikler var mı? Varsa hangi alanlarda?

Evet. Liberalizm ve ilerlemeci moderniteye yönelik ortak bir şüphecilik olduğu gibi, toplumun ilerleme değil çöküş sürecinde olduğu iddiası da ortaktır. Spengler, büyük kamusal kurumların, artık organik olarak sürdürülemeyen kültürel değer ve normları desteklemek amacıyla kurulduğunu; bunun da kültürel canlılığın çözülüşünün işareti olduğunu savunuyordu. Lindbom aynı soykütüğünü sunmaz, fakat toplumun çöküşünü, kilise gibi kurumların artık seküler materyalizmi temsil eder hâle gelmesinde görür. Tüm bunlardan kaçışı kamusal hayatta değil, dünyanın “saklı köşeleri”nde —Gelenekçiliğin açıkça benimsediği ezoterik alanda— araması, onu Orman Geçidi (Der Waldgang) döneminin Ernst Jünger’iyle aynı çizgiye getirir.

Lindbom’un etkisi günümüz İsveç entelektüel ve siyasal sağında ne ölçüde hissedilebilir?

Kesin olarak söylemek zor. O ve kendine özgü anti-modern, anti-liberal düşüncesi, İsveç’in aşırı sağının entelektüel kanadına katkıda bulunacak bir aktivist grubunu kesinlikle etkilemiştir. Bunlar, aşırı radikal olmakla birlikte ne militanca neo-Nazi ne de sağ popülist olan Jonas De Geer gibi isimlerdi.

Ayrıca Lindbom, İsveçli milliyetçi sağ ile aşırı muhafazakâr İslam’ın bir araya gelebilmesi için entelektüel bir zemin de sunmuş olabilir. İran-İsveç kökenli ve daha çok onun İslamî öğretileriyle ilgilenen takipçilerinden biri, bir dönem radikal beyaz milliyetçi çevreler ve yayın organları tarafından memnuniyetle karşılanmış ve öne çıkarılmıştı —bu işbirliğinin gerekçesi, tepkisel Avrupa milliyetçiliği ile İslamcılığın her ikisinin de modernite karşıtı güçler olduğu ve bu yüzden doğal ortaklar olabileceği fikriydi.

Bu etkinin ölçülmesi zor; belki zaman içinde daha netleşir. Ancak Demokrasi Miti başta olmak üzere kitaplarının anti-liberal ve anti-modernist düşünürlerden oluşan daha geniş bir uluslararası okur kitlesine ulaştığını da belirtmek gerekir. (Brezilyalı düşünür Olavo de Carvalho, bana bu kitabı okuduğunu söylemişti.)

İslamofobinin yükselişte olduğu bir Avrupa’da, Lindbom’un İslam anlayışı nasıl bir karşı örnek oluşturabilir? Avrupa’da din ve kimlik konusunda yeni bir perspektif sunabilir mi?

Lindbom hem kişiliği hem biyografisi aracılığıyla, bazı takipçileri için özgün bir yerli İsveç İslamı ihtimalini sembolize etmiş görünüyordu. O İslam’a, diğer dinlerin hakikatten veya ilhamdan yoksun olduğunu düşündüğü için değil, onu en canlı dinî pratik, gerçek ruhani üstatların bulunduğu gelenek olarak gördüğü için yönelmişti. Bu, onun gözünde sadece bir yoldu; mümkün birçok yoldan biri. Fakat İslam’ı böyle düşünmek, onun aynı zamanda “otantik bir İsveçlilik”e giden bir yol olabileceği anlamına geliyordu —Hristiyanlığın artık sunamadığı bir maneviyat ve büyülenmişlik hâliyle tanımlanan bir İsveçlilik.

En azından onun bu yönünü takip edenlerin rasyonalizasyonu böyleydi. Bunun gerçekten böyle olup olmadığı —yani Lindbom’un kendini bu tür bir örnek olarak görüp görmediği— tam olarak açık değildir. İsveç milliyetçiliği veya etnik ayrımcılık hakkında pek konuşmamıştır. Ancak İsveç’te bazı Müslümanların böyle bir figür ve böyle bir yaşam tarzı arayışında olduğu açıktı. Belki de Lindbom’un yaşamı bitmiş olsa da bu hikâye bitmemiştir.

Leave A Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir