Bu fotoğrafın hikayesinin peşine düşmek bana bir çok zihinsel açılımla beraber bir çok dostluğun da kapısını açtı. Abdalbarr Brown ile Şeyh Abdülkadir es-Sufi ve Ernst Jüngeri ilişkisi konuştuk. Röportajı iki bölüm olarak yayınlayacağım. Birinci bölümde ikisi arasında ilişki ağırlı iken ikinci bölümde Jünger’in düşüncesi ve kullandığı temel kavramlar üzerine olacak.
Sizi tanıyarak başlayalım.
Amerikalıyım ve kozmopolit bir ortamda doğdum. Madison’daki Wisconsin Üniversitesi’nde sanat, sanat tarihi ve Almanca okudum. Eğitimimin son yılında Almanya’nın Freiburg kentinde okumak için bir burs kazandım. Oraya geldikten iki hafta sonra Şeyh Abdülkadir es-Sufi ile tanıştım. Her zaman inancımı ifade etmek için bir yol arıyordum ve İslam’a benim için yaşanabilir bir şey olarak bakmaya başlamam bu tanışmayla oldu. Kültürümü değiştirmek zorunda kalsaydım muhtemelen Müslüman olmazdım ama Şeyh Abdülkadir bana olaylara başka bir açıdan bakmanın yolunu gösterdi. Yaklaşık altı ay sonra 1990 yılının baharında İslam’ı kabul ettim. O zamandan beri Şeyh Abdülkadir es-Sufi’nin öğrencisiyim. Şeyh Abdülkadir beni 2009 yılında mukaddim* olarak işaret etti. Kitap konservatörü olarak çalıştım, sadece kitapları restore etmekle değil aynı zamanda onları okumakla da ilgileniyorum.
Jünger bir Amerikalı olarak neden dikkat çekti?
Onu bana tanıtan Şeyh Abdülkadir es-Sufi’ydi. Daha sonra onu orijinal dilinde okuyabildim. Kolay olmadı ama Ernst Jünger’e bir yakınlığım vardı. O büyülü bir gerçekçi. Bana hayal kurduruyor, yani eserleri hayal gücümü harekete geçiriyor. Düşünce tarzı ve ele aldığı meselelere kalben yakınlık istiyorum. Şeyh Abdülkadir es-Sufi ve Ernst Jünger bana umut veriyor. Tüm büyük insanlar gibi bizden önce gelenleri öykünebiliriz ve bu ikisi öykünmeye değer.
Şeyh Abdülkadir es-Sufi ve Ernst Jünger nasıl tanıştı? Eserlerinde Ernst Jünger’e birçok referans var. Ernst Jünger’in fahri doktora töreninde bir konuşma yapmıştı.
Şeyh Abdülkadir es-Sufi, Ernst Jünger’i Fransızca’dan okudu. Ernst Jünger’in Fransızca çevirileri çok geniş. Şeyh Abdülkadir es-Sufi gibi Ernst Jünger de çok yönlüydü. Bu yönden onları birbirine benzer sayılabilir. Her iki adamın da öğretisinin özünde özgürlük sorunu vardı. Her ikisi de çalışmaları ve düşünceleri aracılığıyla aydınlanmanın aslında ışık olmadığını ortaya koymuştu. Aslında modern toplumumuzun tamamı ve tüm sorunları aydınlanmanın kapısına dayanabilir. Tabii ki, bu konu hakkında kitaplar yazabiliriz, hatta tartışabiliriz, ancak bir özet niteliğinde olabilir.
Şeyh Abdülkadir es-Sufi, Jünger’deki bu cevheri fark etmişti. Soru şuydu: Özgürlük nedir? Şeyh Abdülkadir es-Sufi, eseri The Time of the Bedouin‘de, Waldgäng’dan alıntı yapar. “Waldgänger gerçek bireydir, özel durumda hareket eder. Neyin doğru olduğunu bilmek için teorilere ya da parti hukukçuları tarafından hazırlanmış yasalara ihtiyacı yoktur. Eğer içinde biraz saflık kalmışsa, burada işler basitleşir. Ormanın en büyük deneyiminin kişinin kendisiyle, benliğin değişmez özüyle, geçici ve bireysel görünümü destekleyen özle buluşması olduğunu gördük.”
Şeyh Abdülkadir bu konuda şunları söylemektedir: “Bu, yeni insanın kendisini bir şekilde zaman ötesi bir sözleşmeye sahip zaman içi bir varlık olarak kabul ettiği anlamına gelir… Mutluluk kaynağı olarak mutlak olana yönelmiştir… Böyle bir insan sufidir ve dini de İslam’dır.” Waldgäng hakkında da her gencin okuması gerektiğini söylemiştir. Ernst Jünger bu kitapta küfür olarak adlandırabileceğimiz şeyi yıkıyor ve bunu tam olarak yapıyor. Şeyh Abdülkadir küfrü kısaca şöyle tanımlıyor: “Gerçeği örtbas eden ve doğru olanı inkâr edenlere kâfir denir.” (The Interim is Mine)
Waldgäng’da toplumumuzu Titanic ile karşılaştırdığı ilginç bir pasaj vardır. Çağımızın bu şaşırtıcı metaforunda Jünger şöyle yazar: “Böyle bir geçiş nasıl gerçekleşti? Eğer bir tarih tespit etmemiz gerekseydi, Titanik’in battığı günden daha uygun bir tarih olamazdı. Bu, ışık ve gölgenin göz kamaştırıcı bir çarpışmasıydı: panikle ilerlemenin kibri, yıkımla en üst düzeyde konfor, trafik kazası gibi görünen bir felaketle otomatizm. Aslına bakılırsa, insanın kararları teknik kolaylık lehine sınırlandırıldığı ölçüde, artan otomatizm ve korku birbiriyle yakından bağlantılıdır. Bu durum çok sayıda konfora yol açsa da, özgürlük kaybı zorunlu olarak artacaktır.” Toplumumuz bir çarpışma rotasında ve konfor ve rahatlık karşılığında özgürlük kaybı bugünün kuralı. Para biriminin özgürlük, dijital ödeme yöntemlerinin ise kontrol olduğunu anlamayan kaç kişi var bilemezsiniz. Evet, kredi kartı vb. kullanarak ödeme yapmak daha kolay olabilir ama para ortadan kalktığında ne olacak?
Başka bir konuya geçecek olursak, Ernst Jünger’in, Almanya’da Wilfingen’deki buluşmalarında Jünger’in Şeyh Abdulkadir es-Sufi’ye İslam’ı üç nedenle sevdiğini söylediğini duydum: “Kadınları severim ve İslam’da dört kadın alabilirsiniz, seyahati severim ve Allah’ın Evi’ne, Mekke’ye seyahatten daha iyi bir yer yoktur ve son olarak, ben bir savaşçıyım ve İslam’da Allah için savaşmak en yüce amaçtır.“
Şeyh her zaman Avrupa’nın İslami köklerini araştırıyordu ve karşılaştığı şey de buydu. Jünger ve Şeyh Abdülkadir arasındaki bu buluşma, Ernst Jünger’e Bilbao Üniversitesi tarafından fahri doktora unvanı verilmesiyle sonuçlandı. Şeyh’in çalışmalarında muhteşem bir andı ve beni büyüledi. Müslüman olmak için doğduğum yere gitmek zorunda olmadığımı fark etmemi sağladı. İslam, benim İslam hakkında sahip olduğum fikirlerden, toplumun bana sunduklarından ve hatta Müslümanların kendileri hakkındaki imajlarından tamamen farklı bir şeydi. Aynı anda hem kültürümden hem de Allah’ın dininden en iyi şekilde faydalanabilirdim.
Şeyh Abdülkadir es-Sufi, Oedipus ve Dionysos kitabını ona ithaf etti.
Oedipus ve Dionysos kitabının arka planı çok önemli. Kitabın amacı, batı psikolojisini sorgularken küçük burjuva ailesini yıkmaktır. Bu dönemde Şeyh yoğun bir şekilde batılı çekirdek aile kalıbını nasıl kırabileceğini düşünüyordu. Amaç, dünyaya olumlu katkıda bulunabilecek özgür erkek ve kadınlar yaratmaktı. Sihirli gerçekçi bir oyunla sona erdiğini de unutmamak gerekir.
Küçük burjuvayı tanımlayabilir misiniz?
Küçük orta sınıf anlamına geliyor ama bir bakıma bugün hepimizi ifade ediyor çünkü en yoksulumuzdan en zenginimize kadar hepimiz çekirdek bir ailede aynı tür orta sınıf yaşam tarzını sürdürüyoruz. Geniş aileler Doğu’da daha yaygın ama onlar da küfür yüzünden yok oluyor. Küçük derken, küçük kelimesini “kısıtlı” ile değiştirebileceğinizi de düşünüyorum. Boyut ve yaşam anlamındak kısıtlı. Dinin ve dünyanın zenginliğinden yoksun.Aynı zamanda yaşam ve özgürlük olanakları söz konusu olduğunda hayal gücü eksikliğini de ima eder. Şeyh Abdülkadir hayatı boyunca buna karşı mücadele etti. Allah ile olan ilişkimizi varoluşsal olarak anlayan dinamik erkekler ve kadınlar yaratmak istedi, ancak iş kendi halimizi değiştirmeye geldiğinde oldukça inatçıyız.
“Avrupa’nın İslami köklerini keşfetmek” Bu ifadeyi biraz açabilir misiniz? Çünkü bugün Avrupalı Müslümanların tartıştığı bir konu bu. Kimlik tartışmalarının temeli.
Bu konuda bir metin paylaşmak yeterli değil ama Kilise, Müslümanlar ve Avrupalılar arasındaki ilişkilere dair pek çok şey gizlendi Şeyh, ikisi arasında, özellikle de Almanlar arasında çok sayıda olumlu ilişkiyi araştırmış ve ortaya çıkarmıştır. Bunların en eskisi, Avrupa’nın kendi şövalyelik gelişiminde fütüvvetin -daha iyi bir tercüme olmadığı için şövalyeliğin- etkileridir. Bu konu Şeyh’in “The Interim is Mine” adlı eserinde ele alınmaktadır. Şeyh şöyle diyor “Haçlı Seferlerinin kanlı ve beyhude maceralarının neden olduğu Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasındaki kaçınılmaz karşılaşmalarla, yavaş yavaş, savaş savaş, karşılaşma karşılaşma Papalık Hıristiyanlığının Avrupa yapısalcı süper devletine sızıldı ve İslam kardeşliği ve liderliği dersleri öğretildi. Sonuç olarak, Tudor Hanedanlığı zamanında, Christopher Marlowe’un oyunlarında her iki dine duyulan hoş ve muğlak sadakatte de görülebileceği gibi, İslam’ın hem din hem de sosyal bağ olarak derin ve tamamen farkında bir entelektüel kavrayışı vardı.” “Şövalyelik [Avrupa’da] kendine özgü seküler bir örgütlenme biçimi olarak başlamış ve gelişmiştir; zaferle sonuçlanan çiçeklenmesinin ardından Kilise’nin sızması ve nihayetinde yıkılmasıyla sonunu görecektir.” Şeyh bununla, Avrupa ve Müslüman ilişkilerine dair en yaygın Avrupalı yorumların tam tersi bir bakış açısı ortaya koymaktadır. Bu arada bu, Avrupa sağının bugün hala kendi zararlarına olacak şekilde yanlış anladığı bir şeydir.
Goethe, belki de İslam’ın sonraki dönemdeki en büyük dostudur. Şeyh Abdülkadir, Goethe hakkında bir fetva yayınlayarak onun Müslüman olduğunu ilan etmişti. Goethe’nin söylediği ve onun İslam’ı ne kadar anladığını gösteren birçok alıntıdan sadece biri olan, “Eğer İslam Allah’a teslimiyet demekse, hepimiz İslam içinde yaşar ve ölürüz,” sözüyle tevhidi tek bir cümlede özetlemiştir. Bu doğru ve bununla Tevhid’i tek bir cümlede özetlemiştir. Daha söylenecek çok şey var ama Şeyh’in tutkusu ve parıldayan zekası, Avrupa’daki İslami kökleri ortaya çıkararak birçok insanın onun daveti ile Müslüman olmasına sebep olmuştur.
Elhamdülillah ve şükrülillah Şeyh Abdülkadir es-Sufi ile tanıştım, bu benim için dünya ve içindeki her şeyden daha iyiydi. Şeyh’in uzun zamandır dostu olan ve benim de dostum olan Ebubekir Rieger, Bilbao konferansında Ernst Jünger ile tanışma hikayesini anlattı. Tabii ki orada Ernst Jünger ile tanışmaktan çok etkilenmişti. Jünger Almandı ve kendi kültüründen biriydi. Bu yüzden onu neden takip etmeyeyim diye düşündüğünden bahsetti. Ernst Jünger ile ilerleyebileceği hiçbir şey olmadığını fark ettiğini söyledi. Jünger için o günler çoktan geçmişti. Abdülkadir es-Sufi sadece liderlik değil, aynı zamanda yoldaşlık ve dinle birlikte eksiksiz bir yaşam biçimi de sunuyordu.
Avrupa’daki muhafazakar devrimciler, ulusal ve dini değerlerini korumayı başaramadılar. Bugün Avrupa çok farklı bir yer haline geldi.
Bu, muhafazakar devrimin tamamındaki sorunun özüdür. Muhafazakar Devrim’de bir din yoktur çünkü Avrupalılar kiliseyi ve onunla ilgili her şeyi reddetmişlerdir. Bu yaptıkları doğruydu, ancak tek bir yöne dönebilirlerdi ve bu da son vahiy olan Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği dineydi. Elbette, radikal bir şekilde farklı düşünmeleri gerekecekti. Bu, Avrupa’nın üzerine inşa edildiği her şeyin yanlış olduğunu kabul etmek anlamına gelirdi. kiliseyi bir kurum olarak tamamen reddetmek gerekecekti. Avrupa’da kiliseyi terk etme girişimleri olmuştu, çeşitli hareketler vardı ama hiçbiri Aydınlanma dönemine kadar başarılı olamadı ve herhangi bir tarihçi bunun ne getirdiğini görebilir.
Şimdi nihilizmin derinliklerine indikten sonra, Ersnt Jünger bir makalede “Prognosis” adlı karşı hareketten bahsediyor, “Kabul etmek gerekir ki bu iki yüz yıl, ilahi olanın onurlandırıldığı zamanlarla karşılaştırıldığında, küçük bir kesit veya sadece bir aradır… Nietzsche’nin ‘Tanrı Öldü’ sözü, çağsal anlayışın yeterli olmadığını gösterebilir. Ayrıca yazar, ‘ebedi dönüş’ ile kendisiyle çelişir.” Jünger, Nietzsche’nin bakış açısından bile immanent bir dönüşün görüldüğünü belirtir. Bu, bizim için batıda doğan güneş olurdu. İlahi olanın Batı toplumunun kültürü içinde hak ettiği yere dönüşü. Şeyh Abdülkadir es-Sufi, bunu mümkün kılmak için büyük bir zemin çalışması yaptı, oysa muhafazakar düşünürler sadece Avrupa’yı ve değerlerini korumakla meşguldü; onların korumak istedikleri Avrupa değerlerinin aslında Dinde bulunduğunu ve canlandığını fark etmediler. Ernst Jünger’in bunu anladığını ve bu anlayışın bir işareti olarak Şeyh Umar Vadillo’nun mektubunu günlüklerinde yayınladığını düşünüyorum. Mektup:
Bu mektup çok şey ifade ediyor. Ernst Jünger’in bunu yayınlaması muhteşem.
*Şazeli tarikatında şeyh efendinin izni ve işaretiyle onun vekilidir. Tarikata yapılan intisabları kabul etme, zaviye düzenini sağlama, zikir meclisi idare etmekle, fukarayla ilgilenir.