Son yıllarda Türkiye’de kaliteli kokuya ve zanaatkâr (artisan) niş parfümlere olan ilgi giderek artıyor. Özellikle “oud” (öd ağacı) gibi değerli ve karakteristik içerikler de parfüm dünyasının odağına yerleşmiş durumda. J.K. DeLapp ise “oud” denince akla gelen ilk isimlerden biri. Bu röportajda hem artisan parfüm dünyasının inceliklerini hem de Rising Phoenix Perfumery çatısı altında DeLapp’in “oud” konusundaki yaklaşımlarını konuştuk.
Kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz? Parfümeri dünyasına nasıl adım attınız?
Ben J.K. DeLapp. Rising Phoenix, resmî olarak 2011’de – hâlâ San Diego’da tıp fakültesindeyken – başladı; ancak 2014’e kadar gerçekten ürünlerimizi piyasaya sürmedik. Çalışmalarımı takip eden birçok kişi Çin tıbbı alanında çalıştığımı bilir. Atlanta’da özel bir muayenehanemde hizmet veriyorum. Şanghay’daki üç farklı hastanede çalıştım. Daha gençken üniversitemin son yılını Avignon’da geçirdim ve üniversiteden sonra Paris’te çalıştım. Çok seyahat etme şansım oldu.
Tıp fakültesindeyken, yüzlerce tıbbi maddenin hem Çince pinyin adlarını, hem İngilizce yaygın isimlerini hem de Latince bilimsel isimlerini ezberlememiz gerekiyordu. Latince isimler zihnimde bir şeyleri tetiklemeye başladı. Çok geçmeden ilaç, besin takviyesi, kozmetik, koku, aroma ve tütsü/baharat ticaretinin temelinin hep aynı bitkilere dayandığını fark ettim. Ve ben de tam bu bitkilerin derinlemesine incelenmesiyle meşguldüm.
Okuldaki üçüncü yılımda bir şey dank etti ve “Sadece hekim de olabilirim, ya da hem hekim olup hem de…!” diye düşündüm. İnsanların çoğunun üzerinde pek durmadığı, ama aslında çok geniş çaplı modern piyasaların temelini oluşturan bitkilerin yer aldığı o koca dünyaya dâhil olmak istedim. Doğal yağlar, bitkilerden damıtılarak veya özütlenerek elde edilen – bizim uçucu yağ, “absolü” vb. dediğimiz – aslında ilaç standardında bitki özütleridir. Dolayısıyla koku (parfüm) bana oldukça doğal bir başlangıç noktası gibi geldi.
Çocukken arkeolog ya da baharat tüccarı olmak isterdim. Tıp fakültesine dönmeden önce film ve televizyon sektöründe çalıştım. Yıllar sonra hekimlik yaparken, “altın üçgen” diye adlandırdığım – tıp, kozmetik/koku ve tütsü ticaretinin kesişim noktası – alana odaklandığımda fark ettim ki aslında bir bakıma hem arkeolog hem de baharat tüccarı olmuşum!
Birçok kişi bilmez ama, tarihsel olarak koku yapımını hekimler ve eczacılar üstlenirdi. Bundan yaklaşık 100 yıl öncesine dek, parfüm satın almak istediğinizde, muhtemelen onu size hazırlayan yerel eczacınızdı. Daha eski zamanlarda koku (parfüm ve tütsü) önce tıbbi maksatla, sonra hoş bir koku olarak değerlendirilirdi.
Hekimler, kokunun varoluşundan beri işin başındadır diyebiliriz. Ben Atlanta’da büyüdüm. Burada birçok kişi, Coca Cola’nın mucidi Pemberton’un bir eczacı olduğunu bilir. Gazlı içecekler başlangıçta tıbbi iksirlerdi. Coca Cola dediğimiz şey, aslında 1880’lerde (tam da İç Savaş sonrası dönemde) büyük bir sorun haline gelmiş olan morfin bağımlılığına karşı tedavi olarak geliştirilmişti. Dr. Pemberton bir savaş gazisi ve aynı zamanda bağımlıydı. Johnson & Johnson kimlerdi peki? Tıbbi malzeme ve eczacılık ekipmanları satan üç kardeş. Dr. Pepper’ı kim icat etti? Mucidi Charles Alderton da 1880’lerde eczacıydı. Dr. Pepper da bir tıbbi-iksirden popüler bir içeceğe dönüşenlerden.
Listerine’i kullandınız mı? 1860’larda İngiltere’de Dr. Lister’ın yaptığı çalışmalar, ABD’de Dr. Lawrence’ı okaliptüs uçucu yağı, mentol (muhtemelen o dönem damıtılmış kafur veya kafur reçinesi), metil salisilat (beyaz söğüt kabuğu olarak bilinir; bugün sentetik versiyonu reçetesiz ağrı kesici olarak kullanılır) ve kekik uçucu yağı içeren, alkol bazlı bir cerrahi antiseptik formüle etmeye yönlendirdi.
Günümüzde herkesin yakından tanıdığı bu marka ürünlerin aslında kendimi içinde bulduğum bu alandan doğduğunu anlamak, tıp alanındaki çalışmalarımı daha geniş bir platforma taşımam için bana ilham verdi. Bu sebeple de markanın adı: “Rising Phoenix” – Eski uygulamalara yeni bir hayat vermek.
Bir parfüm tasarlarken, hangi notalara odaklanıyorsunuz ve bu süreci nasıl şekillendiriyorsunuz?
Genellikle kompozisyona başlamadan önce konseptle başlarım. Pek çok kokum, bir “zaman ve mekânın özü”nü yakalamayı amaçlar. Örneğin Mirage – çölde bir sığınak hayali nasıl kokardı, diye düşündüm. Ya da Bushido – savaşa çıkacak bir Samuray’ın kokusu. Yaklaşan ölümün kokusu.
Böyle anlık ilhamlar gelir; bazen bunun üzerine biraz okuyup, o fikirle ilgili tarihsel ve kültürel bağlamı araştırırım. O dönemde veya olayda kullanılmış olabilecek malzemelere bakarım – sonrasında bestelemeye başlarım. “Bu eserde hangi notaları kullanmalıyım?” dan ziyade “Bu kompozisyonda hangi notalar öne çıkmalı?” diye düşünürüm.
Sonraki aşama ise formülasyonu dengelemektir. Bir parfümün 3 şeyi başarması gerekir: Birincisi koku geçişi (scent progression) – Bir hikâye anlatmalı. Baştan sona tekdüze (lineer) bir koku istemezsiniz. Geçişler, dans edermiş gibi değişimler olmalı. İkincisi kalıcılık (longevity) – parfümün belirli bir süre kalması beklentisi vardır. Doğal parfümlerde genelde 4 saatlik kalıcılık bile başarı sayılır. Ben 8-12 saatlik performans hedefliyorum. Üçüncüsü ve en En önemlisi de iyi kokması – İlgi çekici, sizi içine çeken ve konseptin vizyonuyla uyumlu bir koku olmalı.
Artizan parfümler endüstriyel üretimden nasıl ayrılır? Artizan parfümlerin avantaj ve dezavantajları nelerdir?
Bunun en önemli parçası şu: Her şeyi elde yapıyoruz ve bu herkes için farklı şeyler ifade edebilir. Parfümlerimde kullandığım ana bileşenlerin mümkün olduğunca çoğunu kendi bünyemde üretmeye çalışıyorum. Güneydoğu Asya’da işlettiğim birkaç damıtma tesisi var; ürünlerimde kullandığım pek çok malzemeyi orada üretiyoruz. Kendim üretemezsem, öncelikle bir dost zanaatkâra bir parti sipariş veriyorum. O da olmazsa, diğer bir meslektaş veya küçük üreticilere yöneliyorum. En son aşamada, herkesin aklına parfüm denince gelen o büyük üretici firmalara gidiyorum. Yani hammadde üretimini mümkün olduğu kadar kendim (veya yakın çevrem) yapmaya gayret ediyorum.
Üretim partileri küçük. Şişelerin etiketlerini elle ben yapıştırıyorum, parfümü ben şişeliyorum. Formülasyonu, bileşimi, siparişlerin sevkiyatını bizzat ben üstleniyorum. Yurtdışındaki ekiplerim hammaddeleri üretiyor – bunun bir kısmını ben de yapıyorum. Ama odunları elle kesmekten özütlemeye, bileşimi hazırlamaktan siparişleri göndermeye kadar işlerin büyük kısmını ben yapıyorum.
Genel olarak, işin büyük bir bölümü ve tüm satış ile sipariş süreçleri bana bakıyor. Bu çok büyük bir emek. Bunu, makine doldurması ve kitlesel üretim ile geleneksel dağıtım ağı ile karşılaştırın – ki bugün her şey böyle üretiliyor. Otomobilden gıdaya, giyimden elektronik eşyaya kadar satın aldığınız şeylerin pek azı el yapımı; küçük bir şirketten çıkma değil.
Zanaatkâr (artizan) ürünler ruh barındırır. Ne yazık ki çoğu insan, ucuz bir fiyat etiketi uğruna bu ruhu feda etmeye razı. Biz zanaatkârların fiyatları ceplerimize kâr olarak doğrudan girmiyor. Aslında bunun büyük çoğunluğu, işimizi sürdürebilmek için gereken maliyet. Zor bir geçim yöntemi.
Açık konuşayım… İnsanların işçi ücretlerinin artırılması, insanca ücretler ödenmesi gerektiği gibi konularda seslerini yükseltip sonra bize gelip “Ürün bedavaya yakın olsun, hemen kargola, 7/24 ulaşılabilir ol” talebinde bulunmaları ironik oluyor. Ben bir “Artisan”ım, “Amazon” değilim.
Çalışmalarınızda önemli bir yeri olan ve genellikle Orta Doğu ve Arap kültürüyle ilişkilendirilen oud’a (ud) olan ilginiz Amerikalı biri olarak nasıl gelişti?
Evet, oud yağı, yani öd ağacı Orta Doğu’yla özdeşleştirilir ama agarwood ağacının kökeni Uzak Doğu’dadır. Ben öd ağacını ilk olarak tütsü malzemesi olarak tanıdım. Özellikle Japon ve Hint tütsülerinden. İlk sandal ağacı ve öd ağacu arayışım, tütsü yapımında kullanmak içindi. Sonra bu malzemelerin yağ elde etmek üzere damıtıldığını, uçucu yağların aslında ilaç kalitesinde bitki özütleri olduğunu fark ettim. Yağın da, ağacın da hem Yakın ve Uzak Doğu’da, hem de Batı’da tıbbi amaçlarla kullanıldığını öğrendim.
Malzemenin Orta Doğu’da kullanımını öğrenmek, tarihte o malzemenin hangi coğrafyalara taşındığını ve nerelerde kullanıldığını anlamanın bir parçasıydı. Bu, biraz mutfak sanatlarına benziyor. Hepimiz yemek yapar ve yeriz. Malzemeleri nasıl kullanıp pişirdiğimiz, onlarla nasıl bir sentez oluşturduğumuz işin keyifli yanı ve kültürel keşfin ta kendisi.
Oud nasıl elde ediliyor? Farklı oud türleri arasındaki temel farklar nelerdir? Kaliteli bir oud’u nasıl ayırt edebilirsiniz? Sentetik oud ile doğal oud’u nasıl birbirinden ayırabilir?
Oud basitçe, enfekte olmuş ağaçtan damıtılır. Söz konusu, Aquilaria veya Gyrinops türü bir ağacın bağışıklık sistemini damıtmak diyebiliriz. Damıtmanın YÖNTEMİ, farklı koku profillerini elde etmemizin bir parçasıdır. Oud’u, şarap, çay ve viskiye benzeterek düşünmek en iyisi. Şarap ve çayda “terroir” (toprağın ve çevrenin özellikleri) ve üretim yöntemleri başrolü oynar. Viskide ise üretim, varillendirme (fıçıya koyma), dinlendirme ve yaşlandırma yöntemleri büyük önem taşır.
Oud’un yağının kokusunu da en çok; ağacın türü (species), hangi bölgede (terroir) yetiştiği, enfeksiyonun (reçineleşmenin) hangi kısmından elde edildiği ve odunun kalitesi, kullanılan fermantasyon (veya hiç fermantasyon yok mu?), nasıl damıtıldığı (sıcaklık, ekipman türü, damıtma süresi vb.) damıttıktan sonra nasıl ve ne kadar süre yaşlandırıldığı, gibi etmenler etkiler.
“İyi” bir kadeh şarabı tattığımızda anlarız, ama asıl keyif nüanslardadır – bu nüansları takdir edebilmek ise burnunuzu, bilinen kaliteli örneklerle eğitmekle mümkün olur. Aynı şarap, çay veya viskide olduğu gibi, piyasada ucuz, manipüle edilmiş, aroma veya renk katılmış, ne idüğü belirsiz katkılar eklenmiş, hep aynı tat/kokuya sahip “seri üretim” ürünler dolaşıyor.
Amerika’da (Avrupa’da durumu tam bilemiyorum) satılan şarapların %5’inden azı gerçek şaraphane üretimi diye okumuştum. Asya’da (özellikle Çin, Tayvan, Hong Kong, Singapur, Japonya) içilen çaylarla, buradaki market çayları bambaşka dünyalar. Viskinin çoğu da karıştırılmış, tatlandırılmış, değiştirilmiş ürünlerden oluşuyor; çok azı tek fıçı, küçük üretim, yüksek karakterli ve eşsiz ürünler. Her tür el yapımı ürünün büyük ölçekte pazarlanması zordur. Fiyatlar yükseldikçe bu daha da zorlaşır. Gerçek oud ucuz bir malzeme değil.
Doğal ve sentetik oudu nasıl ayırt edebilirsiniz? Rising Phoenix gibi güvendiğiniz bir yerden alışveriş yapmak en iyi yöntem. Az önce bahsettiğim üzere, piyasadaki çoğu ürün işkenceyle “ouda benzetilmeye” çalışılmış, “oudumsu” diyebileceğimiz malzemelerle dolu. Nadir olarak, saf ve katkısız oud yağlarına rastlarsınız. Tıpkı fast-food zincirinde “gerçek hamburger” bulamamak, AVM’de elde dikilmiş kıyafet bulunmaması, mahalle bakkalınızda da tek fıçıda özel olarak yıllandırılmış viski olmaması gibi. Bunları ancak özel butiklerde veya benim gibi bir zanaatkâr üreticiden bulabilirsiniz. Dünyadaki en geniş çeşitliliğe sahip saf oud yağları koleksiyonuna sahibim. İnternet sitemizden bakabilirsiniz.
Oud’un geleneksel kullanımının ötesinde, modern parfümeride nasıl bir yeri olduğunu düşünüyorsunuz? Oud’la çalışırken nasıl bir “koku profili” yaratmaya çalışıyorsunuz ve günümüz dünyasında hangi duygulara hitap ediyor? Bu konudaki geri bildirimler nasıl?
Günümüzde parfümeride kullanılan “oud”un büyük çoğunluğu aslında bir “akort” (accord) – genellikle sentetik bileşenlerden oluşan ve “oud benzeri” bir koku veren karışımlar.
Gerçek oudu muhtemelen daha çok zanaatkâr ve küçük üreticilerin ürünlerinde bulabilirsiniz. Çünkü maliyetleri yüksektir ve müşteri de ödediği fiyatın gerçek malzemenin yüksek oranda kullanıldığı bir ürüne gittiğini bilir. Oud, kendi içinde çok geniş bir koku aralığı sunar. Bu da onu çalışmak için oldukça çekici kılar. Bir partinin sonrakiyle aynı kokuda olmaması nedeniyle de küçük ölçekli üretimler için idealdir. Genellikle oudu, o koku formülünde parlatmak istediğim bir “yüz” olarak kullanmayı tercih ederim. Elbette, daha büyük ölçekli üretimler için kullanılacak hammaddeleri daha tutarlı hâle getirme yöntemleri var.
Koku profilinde hedef tamamen konseptle ilgili. Bazen güçlü ve “atta” (at, deri, hayvansı) yönleri baskın bir oud seçilebilirken, başka bir parfümde daha “temiz, yeşil” bir profile yönelebilirim. Bir başkasında meyvemsi notalar, diğerinde saman veya deri notaları ön planda olabilir. Nasıl ki bir resim için “en doğru renk hangisidir?” sorusu, “o an, o resimde ne amaçlanıyorsa o renk” diye cevaplanabiliyorsa, oud seçimi de parfümün amacına göre değişiyor.
Duygular ise, büyük ölçüde kullanan kişinin kültürel bağlamına bağlı. Birine sıcak ve tanıdık gelen bir koku, bir başkasına tiksindirici gelebilir. Düşünsenize, gerçek hayatta bir hayvanın salgısı olan “civet”i tek başına koklarsanız berbat gelebilir, ama doğru dozda bir formülasyonda muhteşem bir güzellik yaratır. Ağzınıza bir kaşık sirke alıp içerseniz irkilirsiniz, ama bir yemekte o asidite harika bir lezzet katabilir.
Saf oud yağları doğrudan sürüldüğünde bile tek başına çoğu zaman başlı başına bir parfüm gibi davranır. İçinde çiçeksi, meyvemsi, odunsu, reçinemsi, yeşil, isli, temiz, gübremsi, ferah, karanlık, turbamsı vb. tonlar bulunabilir. Yüzlerce, belki binlerce farklı oud yağını koklamışımdır ve hâlâ tek bir hammaddeden doğan bu uçsuz bucaksız çeşitlilik beni şaşırtmaya devam ediyor. Oudun görkemi söz konusu olduğunda sınırsız olasılık var.