Son yıllarda Türkiye başta olmak üzere dünya genelinde çocuk kitabı üretiminde büyük bir artış yaşanıyor. Çocuk kitapları, artık yalnızca edebi bir tür değil, aynı zamanda ciddi bir endüstri haline geldi. Pek çok yayınevi bu alanı ticari bir fırsat olarak görerek bu sektöre adım attı. Ancak resimli çocuk kitapları, hem dilin hem de görsel sanatların en rafine ve incelikli eserlerinden biri olmayı hak ediyor. Resimli çocuk kitapları konusunda Martin Salisbury, hem sanatçı kimliği hem de akademik birikimiyle dünya çapında tanınan önemli isimlerden biri. Kendisiyle çocuk kitabı resimlemek keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Öncelikle zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Öncelikle, çocuk kitabı illüstrasyonu alanına sizi çeken ilk şey neydi?
Aslında bu oldukça uzun bir hikâye, lütfen biraz bana tahammül edin ! Çocukken çizmeyi her zaman çok severdim. Aslında hem çizim hem de doğa ilgimi çekiyordu, bu yüzden hayvanlar, kuşlar ve mekânların resimlerini yapmakla çok zaman geçirirdim. Çizim ve doğa aslında, bu yüzden hayvanları, kuşları ve yerleri çizerek çok zaman geçirdim. Ortaokuldayken vahşi yaşamla ilgili kitaplar ve dergiler hazırlar, yazıp çizer ve sanırım ‘tasarlardım’, ancak o yaşlarda bu kelimenin ne anlama geldiğini bilmiyordum. Daha sonra, oldukça akademik bir son sınıf okulunda, gerçekten ilgilendiğim tek dersler Sanat ve İngilizce idi. Matematik ve fen bilimlerinde en düşük notları alma konusunda okul rekorunu hala elimde tuttuğumu sanıyorum.
Okuldan ayrılma vakti yaklaştığında, her birimizi ‘kariyer danışmanıyla’ görüşmeye gönderirlerdi. Danışman, öğrencileri ya üniversiteye gitmeleri ya da öğretmenlik okullarına başvurmaları yönünde teşvik ederdi. Ben ikisini de istemiyordum. O dönemde, “sanat okulu” diye bir yerin var olduğunu keşfetmiştim (o zamanlar bu kurumlar üniversitelerden ayrıydı). Bu bana harika geldi, ben de “Sanat okuluna gitmek istiyorum sanırım” dedim. Kariyer danışmanı ise dehşete kapıldı ve “… ama iş bulmayı nasıl düşünüyorsun?” gibi bir şey söyledi. Sanat okuluna ilk girdiğimde, kendimi cennete gelmiş gibi hissettim; herkesin çizim yaptığı bir yer! Temel Sanat Eğitimi kursunun ardından, İngiltere’nin güneyindeki başka bir sanat okulunda üç yıl boyunca illüstrasyon okudum. Kate Greenaway Madalyası’nı (şimdiki adıyla Carnegie Madalyası) kazanan en genç kişi olmuş Gerald Rose adlı muhteşem bir illüstratörden ders aldım. Sonrasında uzun yıllar boyunca, çoğunlukla kurmaca dışı çocuk kitapları için illüstratör olarak çalıştım. Dolayısıyla geçmişim “uygulama”ya —kitap resimleme alanındaki profesyonel uygulamaya— dayanıyor.
Geçmişte, kitaplarda (ister basılı ister el yazması olsun) yer alan resimler genelde yetişkinler için yapılırdı. Özellikle çocuklar için resimlendirilen ilk kitaplar ne zaman ve nasıl ortaya çıktı?
Güvenilir bir tarihçi olduğumu iddia edemem; ben her zaman illüstrasyon yapma pratiğine odaklandım. Ancak anladığım kadarıyla bu konuda öne çıkan erken örneklerden biri, 1580’de Frankfurt’ta yayımlanan ve Jost Amman’ın ağaç baskı illüstrasyonlarını içeren Kunst und Lehrbüchlein adlı kitaptır. Johann Amos Comenius’un 1658 tarihli Orbis Sensualium Pictus eseri ise çoğunlukla çocuklar düşünülerek yazılmış ve resimlenmiş en önemli ilk kitap olarak anılır. İlk kez Nuremberg’de, Almanca ve Latince olarak basılmış, ertesi yıl ise İngilizceye çevrilmiştir.
Comenius, resimlerin önemine dair güçlü görüşleri olan bir din adamı, filozof ve eğitimciydi. Çocuklar için “Resimler, bakabilecekleri en kolay öğrenme biçimidir” diye belirtmiştir. 18. yüzyıl boyunca köyleri ve kasabaları dolaşan gezginlerin sattığı ve kabaca oyulmuş ağaç baskılarla süslenmiş ucuz ‘chapbook’lar gibi pek çok resimli yayına rastlamak mümkündür. Ancak özellikle 1786’da Alois Senefelder’in litografi (taş baskı) yöntemini icat etmesinin ardından, 19. yüzyılda çocuklar için resimli kitaplar gerçekten büyük bir gelişme gösterdi. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başındaki, sözde “İllüstrasyonun Altın Çağı”nda son derece özenli ve gösterişli biçimde resmedilmiş kitaplar üretildi. Fakat o dönemde —Birleşik Krallık’ta, ki o zamanlar birçok gelişmenin merkezindeydi— çocuk kitapları genellikle oldukça duygusal ve küçümseyici bir yaklaşımla, çocuksu masumiyetin idealize edilmiş bir hâlini yansıtıyordu.
Farklı kültürlerden çocuk kitaplarına baktığımızda, hem resimleme stilinde hem de hikâye anlatımında belirgin farklılıklar görüyoruz. Sizce bu farklılıklar o kültürlerin kimliklerini nasıl yansıtıyor? Ayrıca “yerel” kimliği koruyarak “küresel” bir kitleye hitap etmek mümkün mü?
Bu gerçekten ilginç ve önemli bir soru; cevaplarını sürekli olarak düşündüğüm bir konu. En sevdiğim alıntılardan biri, Güney Afrikalı romancı Damon Galgut’a ait: “Evrensel olmanın tek yolu, çok belirgin biçimde yerel olduğundan emin olmaktır.” Yıllar önce IBBY dergisi Bookbird için, No Red Buses Please (Lütfen Kırmızı Otobüsler Olmasın) başlıklı bir makale yazmıştım. Başlık, mezunlarımızdan birine bir editör tarafından verilen talimata atıfta bulunuyordu. O dönem birçok yayınevi, resimli kitaplarının kültürel açıdan fazla yerel olmasını istemiyordu; bana göre yanlış bir düşünceyle, bunun yurt dışı baskılarda satış şansını düşüreceğinden endişe ediyorlardı. Bu konu özellikle, Cambridge School of Art (Anglia Ruskin University) bünyesinde tasarladığım ve halen sürdürdüğüm, Çocuk Kitabı İllüstrasyonu Yüksek Lisans (MA in Children’s Book Illustration) programıyla doğrudan bağlantılı.
Şu anda bu programa dünyanın dört bir yanından öğrenciler kabul ediyoruz. Lisansüstü, ileri düzey bir eğitim olduğu için, öğrenciler kendi kültürel ve sanatsal etkilerini de beraberlerinde getiriyorlar. Bu etkiler; kendi bölgelerinin tarihi görsel/sanatsal/dekoratif sanatlarından, ikliminden, renklerinden, coğrafyasından, vahşi yaşamından ve bitki örtüsünden kaynaklanabilir. Dolayısıyla Meksikalı bir öğrencinin çalışmalarıyla, örneğin Doğu Avrupa’dan gelen bir öğrencininki oldukça farklı olur. Ancak (ki bu önemli bir “ancak”), ben sanat öğrencisiyken internet yoktu ve diğer sanatçıların ve illüstratörlerin işlerine dair sınırlı bilgim, bulabildiğim kitaplar ve dergilerle sınırlıydı. Günümüzde illüstratörler, telefonlarında ve bilgisayarlarında her gün, dünyanın her köşesinden gelen binlerce görsele maruz kalıyor. Sanatçı ajansları artık pek çok farklı ülkeden illüstratörleri portföylerine katıyor. Bu bir bakıma iyi bir şey. 2001’de bu yüksek lisans programını kurduğumdan beri, dünyanın her yerinden gelen mezunlarımızın eserlerine karşı yayınevlerinin yaklaşımında, “çocuklar için uygun” kabul edilen görsel çalışmalar konusundaki tavırlarında bir gevşeme, bir değişim görüyorum. Beatrice Alemagna gibi yetenekli sanatçıların eserleri de, önceden “İngiliz piyasası için fazla sanatsal/aşırı sofistike” görülmelerine rağmen, nihayet İngilizce yayın dünyasında kabul görmeye başladı. Ancak kafamı meşgul eden soru şu: Acaba bu durum, uzun vadede illüstrasyonda görsel bir “tek tipleşmeye” mi yol açacak?
Bunun yayıncılığın ‘alt’ ucunda gerçekleştiğini görüyorum – sanat ajansları çok fazla sayıda sanatçıyı temsil ediyor ve bu sanatçıların eserlerinin çoğu ayırt edilemiyor, genellikle etraflarındaki dünyaya bir yanıt olarak gelişen kişisel bir vizyondan ziyade diğer sanatçıların çalışmalarının yönlerinden dijital olarak bir araya getirilen korkunç renkli, kalıplaşmış stilize bileşenlerden oluşuyor. Eğitimimizde çizime bu kadar önem vermemizin nedeni de budur. Gözlemden yola çıkarak çizim yapmak, el becerilerini geliştirmekten çok daha fazlasıdır. Bu, görmeyi öğrenmek ve etrafımızdaki dünyaya öznel bir tepki vermeyi öğrenmekle ilgilidir.
Bir illüstratör, bir hikâyeyi doğru şekilde resimlemek için nelere dikkat etmelidir? Teknik becerilerin yanı sıra hangi faktörlerin eşit derecede önemli olduğunu düşünüyorsunuz?
Bu soruya yanıt verebilmek için öncelikle bir öyküyü resimlemek ile bir resimli kitap yaratmak arasındaki farkı net bir şekilde ortaya koymamız gerekiyor. Kendi kitaplarımın çevirilerinden öğrendiğim kadarıyla, diller arasındaki farklı terminolojiler nedeniyle bu konuda büyük bir kafa karışıklığı potansiyeli var. İngilizce’de resimli kitap terimi (tek kelime), anlamını sözcük-dil ve resim-dil arasındaki ince bir etkileşim yoluyla ileten bir kitabı ifade eder; bunların hiçbiri diğerinden ayrı olarak bir anlam ifade etmez. Günümüzde çoğu zaman, bu kelime-imge ilişkisinin karmaşık doğası nedeniyle, bunlar tek bir ‘yazar’ tarafından yaratılmakta ve giderek ‘resim kitabı yapımcısı’ olarak tanımlanmaktadır. Ancak önceden var olan kelime tabanlı bir hikayeyi resimlemek çok farklı bir süreçtir. İllüstratör, okuyucunun deneyimine ne katabileceğini düşünmeli, metni tamamlamaya dikkat etmeli ancak aşırı gerçekçi davranarak okuyucunun hayal gücüne müdahale etmemelidir. Bu bağlamda en iyi illüstrasyon, kelimelerin söylediklerini görsel olarak tekrarlamak yerine, belki de atmosfere ve yer duygusuna odaklanarak ‘söyleyecek’ biraz farklı bir şey bulacaktır. Dram anlarının birebir görsel temsili genellikle indirgeyicidir. Üretken ve çok beğenilen Yirminci Yüzyıl İngiliz illüstratörü Edward Ardizzone karakterlerin yüzlerini çok nadiren yakın plan çizmiştir. Ancak bu gerçeği fark etmeme eğilimindeydik çünkü karakterleri jestleri, etkileşimleri ve çok yönlü vücut dilleri aracılığıyla tanımlama konusunda çok başarılıydı.
Eskiden birçok sanatçı, kendi sanatsal pratiğini sürdürürken aynı zamanda çocuk kitapları için de illüstrasyon yapıyordu. Bugün ise yalnızca bu alana odaklanan pek çok illüstratör görüyoruz. Çocuk kitabı illüstrasyonu tarihindeki dönüm noktaları veya önemli akımlar nelerdir?
Yine çok ilginç bir soru! Ben konuyu daha çok bir eğitimcinin gözünden değerlendiriyorum. Bu konu, sanat eğitiminin tarihiyle de yakından ilişkilidir ve bu alan bana oldukça yakın. Uzun uzadıya tarihine girmeden söyleyeyim: Birleşik Krallık’taki sanat okullarının büyük bölümünde, tarihsel olarak belirgin bir hiyerarşi vardı ve bu hiyerarşide Güzel Sanatlar en tepede yer alıyordu. Uzun süre “Güzel Sanatlar” denince, esas olarak resim (painting) anlaşılıyordu. Dolayısıyla eğitim, stüdyoda canlı modelden ve klasik alçı kalıplardan çalışarak gözlemsel çizim ve resim becerilerinin geliştirilmesine dayanıyordu. Bu beceriler, ihtiyaç olduğunda resim dışında illüstrasyon gibi alanlara “ek iş” olarak yansıtılabiliyordu. Günümüzde ise Güzel Sanatlar bölümlerinde pek az çizim eğitimi veriliyor; alan resimden oldukça uzaklaşarak salt kavramsal bir yöne evrildi. Yirminci yüzyılın sonlarına dek, “illüstrasyon” ya da “ticari sanat” akademik açıdan daha düşük bir değer olarak görülürdü; bu durum kısmen hâlâ sürüyor. Ancak “yazarlı resimli kitap yaratıcısı” kavramının ortaya çıkışı, illüstrasyonun yazılı kelimenin altında ikinci planda yer aldığına dair geleneksel algıyı temelden sarsan bir “oyun değiştirici” oldu. Jon Klassen, Beatrice Alemagna, Shaun Tan gibi sanatçılar, gerçek anlamıyla “sanatçı” sayılabilecek, ancak sanatlarının en uygun ifade alanı olarak illüstrasyonu seçmiş kişiler.
İlk kez bir sanat okulunda, kendi illüstratörlük kariyerimin yanı sıra yarı zamanlı öğretmenlik yapmaya başladığımda, çocuk kitabı illüstrasyonunun “en alt seviye” olarak kabul edildiğini görünce çok şaşırmıştım. Dersler daha çok dergi ve gazete (editorial) illüstrasyonuna ve tasarıma odaklanıyordu. Bu yaklaşımlar yüzünden, Çocuk Kitabı İllüstrasyonu alanında bir lisansüstü (master) programı tasarlamaya karar verdim. Yılda on-on iki öğrenci olur diye düşünmüştüm. Bunun dünyadaki ilk üniversite seviyesinde çocuk kitabı illüstrasyonu yüksek lisans programı olduğunu o zamanlar bilmiyordum. Bugün yılda üç yüzün üzerinde başvuru alıyoruz.
Günümüzde çocuk edebiyatı büyük bir sektör hâline geldi ve adeta bir “yazar ve illüstratör enflasyonu” yaşanıyor. Gerçekten iyi bir çocuk kitabını nasıl tanıyabiliriz?
Çoğu insan artık her yıl çok fazla çocuk kitabı, özellikle de resimli kitap yayınlandığı konusunda hemfikirdi Çoğu ilk baskısını satacak kadar bile satmıyor. ‘Gerçekten iyi bir çocuk kitabı’ elbette kısmen öznel bir kavram. Kendimi genel olarak çocuk edebiyatı hakkında bir şey söyleyecek kadar yetkin hissetmiyorum. Yukarıda, metne dayalı bir kitapta iyi illüstrasyonun bazı önemli bileşenleri olduğuna inandığım şeyler hakkında yorum yaptım, ancak burada bile yapısökümüne meydan okuyan soyut unsurlar olabilir. Resimli kitaplarla ilgili olarak, ticari açıdan başarılı bir resimli kitabı neyin oluşturduğunu bilseydim, zengin bir yayıncı olurdum! Ancak yayıncıların da çoğu zaman bunu bilmediğini unutmamak gerekir. Mezunlarımdan uluslararası alanda başarılı resim kitapları yaratmış olanların önemli bir kısmı başlangıçta birkaç yayıncı tarafından reddedildi. Resim kitaplarında ‘iyi’ kavramına gelince, yukarıdaki üçüncü sorunuza döneceğim ve bir resim kitabının kalitesini değerlendirirken kendimize şu soruları sormamızı önereceğim: “Bu kitap uygulamada samimi mi?”, “Sanatçının ‘sesi’ özgün mü?”, yoksa belirli bir üslup eğilimine veya bir resim kitabının ne olması gerektiğine dair bir fikre uymak için çok mu uğraşıyor?”.
Bu tür soruları sorarken kendimi her zaman en sevdiğim ve bana göre en harika resimli kitap öncülerinden biri olan John Burningham‘a dönerken buluyorum. Doğuştan bir ressam değildi; çizimleri ‘akademik’ olarak güçlü değildi. Yine de her sayfasında bir sihir var. Kitapları doğrudan kalpten geliyor gibi görünüyor. Bunu gerçekten öğretemezsiniz.
Hem edebi içeriği hem de resimleri bakımından başyapıt sayılabilecek pek çok eser var. Sizce içerik ve görsel kalite açısından mutlaka incelenmesi gereken, yakından tanınması gereken kitaplar hangileri?
Bu soruyu yanıtlamaya çalışırken öncelikle görüşlerimi biraz bağlamlandırmam gerektiğini hissediyorum. Ayrıca ‘içerik’ ve ‘görsel kalite’nin birbirinden ayrılabilir olduğunu düşünmediğimi de söylemeliyim. ‘Akademik’ kariyerimin başlarında, büyük bir şaşkınlıkla fark ettim ki, resimli kitaplarla ilgili teorik çalışmalar tamamen çocuk edebiyatı akademisyenlerinin elindeydi ve onlar bu eserleri kelime tabanlı edebiyat perspektifinden inceleyip analiz ediyorlardı.
Bu bana çok tuhaf geldi, zira resim kitabının temelde görsel bir araç ve eser olduğunu göz önünde bulundurduğumda. Bu alandakiler tarafından ‘klasik’ olarak kabul edilen kitapların çoğunun, sanat ve tasarım alanında yüksek standartta olduğunu düşündüğüm kitaplar olmadığını fark ettim. Teorinin büyük bir kısmı bana, ‘anlamaya’ çalışmak için görsel olanlardan ziyade sosyal ve politik bağlamları kullanarak resimleri kelimelere ‘dönüştürmeye’ çalışıyor gibi geldi. Bu yüzden akademik anlamda ‘yakından çalışmak’ hakkında konuşmaktan çekiniyorum. Bir profesör olmama rağmen, belki de biraz anti-akademik olduğumu düşünüyorum (sanat okullarının üniversitelere ait olduğuna inanmıyorum). Bu yüzden bir yanım ‘kalbinin sesini dinle’ diyor. Bir resim kitabına ‘giriş’ yolunun görselden geçtiğine inanıyorum. Ve tıpkı bir galerideki tablolar gibi, farklı insanlar farklı sanatlardan etkilenecektir. Sanat gibi, resim kitapları da eğlenceli, ironik, şiirsel/ lirik, hüzünlü vs. olabilir.
Birçok yönden, resim defteri de bir araç olarak film veya müziğe yaklaşır; hız, ritim ve kompozisyon anlayışı gerektirir. En iyi resimli kitap yapımcılarından biri olan ve sanatçılara, çocuk edebiyatı akademisyenlerine ve daha da önemlisi çocuklara eşit derecede güçlü bir şekilde hitap eden John Burningham’dır. Benim favorilerim, daha az bilinen ama özellikle güçlü bir yer ve zaman duygusuna sahip olan, Londra şehrinin arka planının çok güzel bir şekilde tasvir edildiği Humbert (1965) ve yılın değişen zamanlarını çağrıştırmasının zenginliği nedeniyle Seasons (1969) gibi kitaplardır. Şu anda bu alanda devam eden heyecan verici çalışmalara baktığımızda, Jon Klassen minimalizm ve ironinin sınırlarını zorluyor, Beatrice Alemagna‘nın korkusuzca duygusal görsel şiiri karşı konulmaz ve Isabelle Arsenault‘nun zarif çizimciliği ve zarif desen yapımı göze hitap ediyor. Yeni bir Altın Çağ’ın içinde olduğumuza inanıyorum.
Eren merhaba.
Yazılarını ilgiyle okuyorum. Farklı alanlarda ilgi çekici ve detay içeren yazılar. Öncelikle teşekkür ederim. Bu da en azından benim için farklı bir alan ve sorular/ cevaplar. Diyeceksin ki sen hiç çocuk olmadın mı ya da çocuğun olmadı mı? Her ikis de oldu ama sanırım bu kadar farkında olmadık 🙂 . Bugün yazını okuyunca ben kendimle bir bağ kurdum ve geçmişe dönüp biraz buruldum ben neyi yakalayamadim diye, ancak bugün için güzel geldi. Bu güzel geldiyi umut verdi diye düşünebiliriz. Ticari kısmı siz daha iyi bilirsiniz çünkü şüphesiz bu da günümüzde oldukça önemli. Çok teşekkür ediyorum eline, emeğine sağlık.
Saygı ve hürmetlerimle
Burak Güner