Stefano Sogari’nin, Edizioni Arktos tarafından yayımlanan Iustissima Tellus. Carl Schmitt e la Resistenza Filosofica alla Talassocrazia adlı kitaptaki bölümünün özetidir. “Talassokrasiler” olarak adlandırılan denizci güçlerin dayattığı jeopolitik ve kültürel düzene karşı verilen direniş üzerine son derece spesifik bir tartışmaya katkıda bulunmaktadır.
Talassokrasi, denizcilik hâkimiyetiyle öne çıkan güçler olarak tanımlanır; yani gezegen çapındaki deniz alanlarına hâkim olan, stratejik genişlemelerini büyük ölçüde deniz yolu üzerinden ticari ve askerî (donanma gücü, hatta korsanlık) araçlarla sürdüren devletlerdir. Modern dünyada bu tür denizci uygarlıklar, karasal esaslı medeniyetlere zıt bir konumda görülür; Carl Schmitt’in düşüncesinde bu karşıtlık merkezi bir temadır.
Iustissima Tellus kitabındaki bölümünde, talassokrasiye karşı direnişin yalnızca jeopolitik bir mücadele olmadığını, aynı zamanda liberal soyutlamaya ve siyasetin etkisizleştirilmesine (nötrleştirilmesine) karşı felsefî bir direniş anlamına geldiğini ileri sürer. Carl Schmitt’in düşüncesine atıfta bulunarak Sogari, kimlikleri korumak ve küresel düzenin toplumsal hayatın her biçimini salt ekonomik değiş tokuş mekanizmasına indirgeme eğilimine set çekmek için somut egemenlik ve siyaseti yeniden kazanmanın zorunluluğunu vurgular. Bu perspektifte, direniş aynı zamanda kimliklerin muhafazasına ve Schmitt’e göre halkların gerçek çıkarlarının ve somut siyasî gerçekliklerin göz ardı edildiği bir dünya politikasına karşı çıkışa işaret eder.
Carl Schmitt önemi, Roma hukuk geleneğinden yola çıkıp kendine özgü bir Alman (“millî”) hukukun oluşumuna ve başka devlet düzenlerine de örnek teşkil edebilecek bir Alman özgüllüğü arayışına yönelmiş olması bağlamında ele alınır. Bu arayış, ulusal bir diriliş (yeniden doğuş) amacı güden devlet düzenleri için de bir ders niteliğindedir.
Carl Schmitt’in düşüncesi, Avrupa hukukunu inceleyen geleneksel yaklaşımının yanı sıra jeopolitik bağlamda da incelenir. Sogari, Schmitt’in liberalizme ve küreselleşmeye getirdiği eleştiriyi, özellikle denizci güçlerin (talassokrasilerin) siyasî özerklik ve millî egemenliği tehdit etmesi boyutunda ele alır. Burada söz konusu “felsefî direniş”, deniz yollarının kontrolüne ve modern liberal devletlerin (özellikle Birleşik Krallık ve ABD) küresel hegemonya kurmasına dayanan dünya düzenine hem kuramsal hem de pratik karşı çıkışı ifade eder.
Talassokrasi ve Schmitt’in jeopolitiği
Alman hukukçu Schmitt’in, talassokrasiyi karasal güçlerden (tellürokrasi) ayıran bir iktidar biçimi olarak nasıl gördüğü vurgulanır. Denizci güçler, küresel ekonomiyi, uluslararası ticareti ve dünya düzenini kontrol eden aktörler olarak sunulur. Schmitt’e göre bu güçlerin birincil hedefi ticaretin yayılması ve seyrüsefer özgürlüğüdür; bu da siyaseti ve egemenliği, ekonomik yönetimin basit araçları haline indirger.
“Siyasî egemenliğe dönüş” olarak direniş
Bu çerçevede Schmitt, küresel homojenleştirmeye karşı bir direniş fikri geliştirmiştir. Schmitt’in “felsefî direnişi” sadece jeopolitik bir eleştiri değil, aynı zamanda derin bir kültürel direniştir. Bir Kulturkampf (kültür mücadelesi) anlamında, liberalizmin dogmasına—devletler arası gerçek çatışmaları yadsıyan ve siyaseti salt teknik/idarî bir alana indirgeyen bir anlayışa—karşı çıkar. Schmitt, “küresel toplum” fikrine karşı çıkarak, siyasî egemenliğin ve toprak temelli politikanın somutluğuna, halkların yaşamsal çıkarlarına dönmenin gerekliliğini savunur. Bu direniş aynı zamanda, somut bir topluluğun temel normunun ifadesi olan radikal bir hukuk anlayışının—küresel ve soyut bir hukukun aksine—tekrar merkeze alınması talebini içerir.
Schmitt’in siyaset felsefesinde egemenliğin merkezî rolü
Schmitt’in düşüncesindeki temel unsurlardan biri, egemenlik kavramıdır. Egemenlik, olağanüstü hâli ilan edebilme, yani acil durumlara yanıt vermek için normal hukuku askıya alabilme kapasitesi olarak tanımlanır. Schmitt, bu egemenliği, talassokrasilerin dayattığı evrensel ve soyut yasalar karşısında bir direniş odağı olarak görür. Zira bu denizci güçler, ticaret ve hareket serbestisi ilkelerine dayalı, aslında “başı olmayan” (acele yönetilen) bir küresel düzeni meşrulaştırma eğilimindedir. Egemenlik ise bir topluluğun kendi varlığını bağımsız biçimde belirleme hakkını ifade eder; olağanüstü hâli ilan etme yetkisi, topluluğun gerçek temsilcileri tarafından, o topluluğun adına ve lehine kullanılmalıdır.
Talassokrasinin siyaseti “nötrleştirme” girişimine eleştiri
Schmitt’in “nötrlük” karşıtlığı temeldir: Ona göre hukuk ve siyaset asla nötr veya tarafsız olamaz; her zaman belirli bir siyasal topluluğun somut çıkarlarına bağlıdır. Aksi halde ortaya gerçekten “nötr” bir sistem değil, kendi çıkarlarını ve siyasal özelliklerini “nötrlük” ve “liberalizm” maskesi altında gizleyen bir güç sistemi çıkar.
Direnişin teopolitik boyutu
Bu bölümde ayrıca, Schmitt’in teopolitik boyutu da incelenir; siyasetin her zaman kutsal ve varoluşsal meselelerle iç içe olduğu vurgulanır. Bu “kutsal egemenlik” fikri, uluslararasıcılığın farklı kültürleri ve siyasetleri homojenleştirme çabasına karşı bir set görevi görür.
Schmitt’in, Avrupa kıtasının zor ve çatışmalı tarihini anlamak için vazgeçilmez bir yazar olduğu iyi bilinir. Onun ortaya koyduğu ilke ve kavramların XXI. yüzyılda da geçerliliğini koruyacağı görüşü, siyasetin, iktidarın ve halkların birbirleriyle olan ilişkilerinin tarihsel olarak hep benzer dinamikler taşıdığına atıfta bulunur. Bir halkın, kendi tarihî varlığını sürdürebilmek ve dünya sahnesindeki yerini korumak için ne ölçüde egemenlik hakkı kullanabileceği sorusu, dün olduğu gibi bugün de büyük önem taşımaktadır.