Avrupa Sağı içinde GRECE hareketi, Alain de Benoist öncülüğünde kurularak dönemin en önemli tartışmalarına liderlik etti ve sonrasında gelen sağ akımları derinden etkiledi. Özellikle neo-paganizm vurgusu ilgimi çekti. Alexander Raynor ise bağımsız bir tarihçi, çevirmen ve yazar olarak Arktos Journal’a düzenli katkıda bulunuyor; aynı zamanda Substack’te yayımlanan European New Right Revue’ün (http://nouvelledroite.substack.com) genel yayın yönetmenliğini yürütüyor. GRECE hareketi üzerine konuştuk.
G.R.E.C.E. ve Avrupa Yeni Sağı hangi tarihsel, siyasi ve entelektüel koşullarda ortaya çıktı? Bu gelişimi hangi faktörler tetikledi?
Groupement de Recherche et d’Études pour la Civilisation Européenne (GRECE) ve daha geniş anlamda Avrupa Yeni Sağı (ENR), savaş sonrası Avrupa’da, özellikle de 1960’ların sonlarında Fransa’da belirli tarihsel, siyasi ve entelektüel koşullar altında ortaya çıktı. GRECE, 1969 yılında Alain de Benoist ve diğer Fransız entelektüeller tarafından, birkaç önemli gelişmenin etkisi altında resmî olarak kuruldu: İkinci Dünya Savaşı sonrası geleneksel sağ siyasetin başarısızlığı ve çöküşünün algılanması, 1968 Mayıs öğrenci protestolarının ardından yaşanan büyük hayal kırıklığı ve akademik ile kültürel kurumlarda sol düşüncenin entelektüel egemenliği. Bu dönem, özellikle faşist ideolojilerin itibarsızlaşmasının ardından, Avrupa’da geleneksel muhafazakâr düşüncenin derin bir kriz yaşadığı bir zaman dilimiydi.
Hareket, ilerici liberalizmin kültürel hâkimiyetine, Avrupa işlerindeki Amerikan etkisine (“Amerikanlaşma” veya “küreselleşme” olarak algılanan kültürel emperyalizm), sömürgecilik sonrası dekolonizasyon süreçlerine ve çokkültürlü politikaların yükselişine tepki olarak ortaya çıktı. Soğuk Savaş bağlamı da Avrupa Yeni Sağı’na ek bir itici güç sağladı; çünkü ENR, Amerikan kapitalizmi ile Sovyet komünizmi arasında üçüncü bir yol geliştirmeyi amaçlıyordu.
Entelektüel düzeyde hareketin doğuşu, kurucularının savaş sonrası muhafazakâr düşüncenin kültür ve kimlik meselelerini ele almaktaki yetersizliğini fark etmeleriyle tetiklendi. Geleneksel sağ partilerin yalnızca ekonomik muhafazakârlığa indirgendiklerine ve daha derin kültürel veya felsefi temellerden yoksun olduklarına inanıyorlardı. Bu entelektüel boşluk, Avrupa Yeni Sağı’nın sağ düşünceyi klasik sağ kanonun ötesine geçerek, farklı teorik kaynaklardan yararlanarak yeniden formüle etmesine yol açtı.
Avrupa Yeni Sağı’nı geleneksel ya da aşırı sağ hareketlerden hangi yönleriyle ayırt edebiliriz? Entelektüel temelleri ve stratejik hedefleri nasıl farklılaşmaktadır?
Avrupa Yeni Sağı (ENR), geleneksel aşırı sağ hareketlerden açık şekilde ayrılır; çünkü doğrudan siyasi iktidarı hedeflemek yerine kültürel etkilenmeyi önceliklendiren, bilinçli bir entelektüel projedir. Parti siyasetine katılmak ya da popülist ajitasyonla halkı harekete geçirmek yerine, düşünce kuruluşları, yayınlar ve akademik tartışmalar yoluyla hareket eder. ENR, anlamlı bir siyasi değişimin ancak kültürel hegemonya tesis edildikten sonra mümkün olacağına inanır. Bu stratejik yönelim, Antonio Gramsci’nin metapolitika kavramından ilham alınarak şekillendirilmiş ve eski sağ hareketlerin seçim başarısı ya da doğrudan devlet iktidarı elde etme hedeflerinden önemli ölçüde farklılaşmıştır.
Pek çok sağ hareket Hıristiyanlığı Batı medeniyetinin ruhani temeli olarak görürken, ENR Hıristiyanlık evrenselciliğine, eşitlikçi etiğine ve modern öncesi Avrupa kimliklerini zayıflatmadaki tarihsel rolüne sert bir eleştiri yöneltir. ENR, bunun yerine, kahramanlık, köklülük ve döngüsel zaman anlayışını vurgulayan, Hıristiyanlık öncesi pagan geleneklerin canlandırılmasını savunur ve bunları Avrupa ruhaniyetinin daha otantik bir ifadesi olarak görür.
Stratejik açıdan ENR, doğrudan iktidarı ele geçirmek yerine, kamusal söylemin, değerlerin ve entelektüel varsayımların tüm yapısını değiştirmeyi hedefleyen bir metapolitik hareket olarak kendisini konumlandırır. Amacı, iktidarın ne olduğu algısını değiştirmek ve böylece modern Avrupa’nın kültürel ve felsefi temellerini kökten dönüştürmektir. Bu yaklaşım, onu liberal moderniteye ve geleneksel sağ otoriterliğe karşı, tepki veren değil, fikir düzeyinde devrim yapan bir hareket hâline getirir.
Dominique Venner’in For a Positive Critique adlı eseri, Avrupa Yeni Sağı’nın metapolitik stratejisinin doğuşu olarak görülebilir; burada siyasi bir “güç darbesi” (coup de force) fikrinden vazgeçilmekte ve öncelikle bir kültürel devrimin gerçekleştirilmesi gerektiği savunulmaktadır.
Antonio Gramsci’nin “kültürel hegemonya” kavramına dayalı “Sağcı Gramsci” ya da “metapolitik” yaklaşım hangi gerekçelerle benimsenmiştir?
Avrupa Yeni Sağı, siyasi gücün nihayetinde kültürel hâkimiyetten kaynaklandığı anlayışı temelinde Antonio Gramsci’nin kültürel hegemonya kavramını benimsemiştir. Bu metapolitik yaklaşım birkaç gerekçeye dayanmaktadır. Öncelikle ENR, geleneksel sağın seçim siyasetine odaklanmasının liberal ve ilerici değerlerin kültürel egemenliğini önleyemediğini fark etti. Sol fikirlerin, seçim mağlubiyetlerine rağmen eğitim kurumlarına, medyaya ve kültürel üretime nüfuz ettiği gözlemlendi.
İkinci olarak, Gramsci’nin, iktidarın zorlama yoluyla değil kültürel rıza ile korunduğuna ilişkin çözümlemesi ENR’ye ilham verdi. ENR, bu çözümlemeyi tersine çevirerek, liberal hegemonyaya karşı fikirler savaşını kazanmayı öncelikli hedef olarak belirledi.
Üçüncü olarak, ENR, doğrudan siyasi çatışmanın sağ hareketler için özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında son derece zararlı hâle geldiğini fark etti. Faşist ve reaksiyoner siyasetlerin itibarsızlaşması, doğrudan siyasi yöntemlerin etkisiz kalmasına yol açmıştı. Bu yüzden, kültür düzeyinde çalışmak daha etkili ve daha güvenli bir yol olarak belirdi.
Son olarak ENR, kültürel dönüşümün uzun vadeli doğasını kavrayarak Gramsci’nin “mevzi savaşı” kavramını benimsedi. Bu, kurumlar üzerinden uzun süreli bir nüfuz süreciyle kimlik, topluluk ve aidiyet anlayışlarının yavaşça dönüştürülmesini hedefliyordu.
Bugün bu düşünce çizgisinin, Anglosfer’deki Curtis Yarvin, Neema Parvini ve Samuel Francis gibi sağ düşünürler arasında da dolaşıma girdiğini görmekteyiz; bunlar, Bertrand de Jouvenel, Vilfredo Pareto, Gaetano Mosca ve James Burnham gibi güç teorisyenlerini yeniden keşfetmişlerdir.
Neden Hıristiyanlık yerine neopaganizm tercih ediliyor? Bu tercihin ideolojik ve kültürel gerekçeleri nelerdir?
Hıristiyanlık yerine paganizmi seçmek, yalnızca teolojik bir farklılık değil, Avrupa Yeni Sağı’nın temel dünya görüşünün ayrılmaz bir parçasıdır. Avrupa Yeni Sağı’nın neopaganizmi Hıristiyanlığa tercih etmesinin birkaç ideolojik ve kültürel nedeni vardır. Öncelikle, ENR düşünürleri Hıristiyanlığı, Avrupa’nın yerel geleneklerini aşındıran ve liberalizm ile komünizm gibi diğer evrenselci ideolojilere zemin hazırlayan evrenselci bir din olarak görürler. Bu eleştiriler Oswald Spengler’in ünlü bir şekilde “Hıristiyanlık Bolşevizmin büyükannesi olmuştur” ifadesiyle paralellik gösterir.
İkincisi, Alain de Benoist gibi ENR düşünürleri, Hıristiyanlığın Avrupa düşüncesine yabancı olan ikili bir dünya görüşü (iyi-kötü, ruh-beden ayrımı) getirdiğini ve bunun doğayı kutsallıktan arındırdığını savunur. Buna karşılık pagan dinler, doğayı kutsayan, immanansı ve döngüsel zaman anlayışını kutlayan bir yaklaşımı temsil eder.
Üçüncüsü, Hıristiyanlık, Nietzsche’den ilhamla, “köle ahlakı” yaymakla suçlanır; bu ahlak anlayışı, aristokratik erdemleri yücelten pre-Hıristiyan Avrupa kültürleriyle taban tabana zıt görülür.
Dördüncü olarak, Hıristiyanlık, bir Orta Doğu ithalatı olarak algılanır ve Avrupa’nın özgün ruhani kimliğiyle uyumsuz bulunur. Dolayısıyla Avrupa’nın kendi yerel dini geleneklerine geri dönmesi gerektiği savunulur.
Beşinci olarak, ENR, liberalizmi seküler bir Hıristiyanlık biçimi olarak değerlendirir. Amerikalı düşünürler Paul Gottfried ve Curtis Yarvin de benzer şekilde liberalizmin kökenini Hıristiyan evrenselciliğinde görürler. Bu yüzden Hıristiyanlığa muhalefet aynı zamanda liberalizme de muhalefet anlamına gelir.
Son olarak, Avrupa’nın Hıristiyanlaştırılması, Avrupa zihninin ilk kez sömürgeleştirilmesi olarak çerçevelenir ve paganizme dönüş bir tür zihinsel dekolonizasyon olarak kurgulanır. Bu söylem, Avrupa kimliğine odaklanan bir postkolonyal eleştiri geliştirmenin yolunu açar.
Metapolitika kavramı nasıl uygulanıyor? GRECE ve Avrupa Yeni Sağı bu fikri kamusal alana taşımak için ne gibi girişimlerde bulundu?
Avrupa Yeni Sağı’nın aktivistleri, metapolitik stratejilerini kamusal söylemi etkilemek amacıyla çeşitli girişimlerle uygulamaya koymuşlardır. Öncelikle, entelektüel dergiler ve yayınevleri kurmak bu yaklaşımın merkezinde yer aldı. Fransa’da Éléments, Nouvelle École ve Krisis gibi yayın organları; İngilizce dünyada Arktos, The Scorpion, American Renaissance, The Occidental Observer ve Counter-Currents gibi yayınevleri ve dergiler; Almanya’da ise Junge Freiheit gibi gazeteler, Avrupa Yeni Sağı düşüncesinin entelektüel çevrelere ulaştırılması için temel platformlar olmuştur. Bu yayınlar, farklı konulara akademik ya da ciddi bir profesyonellik içinde yaklaşarak ENR’nin fikirlerini yaymayı başarmıştır.
İkinci olarak, konferanslar, yaz okulları ve kültürel etkinlikler düzenlemek ENR’nin etki alanını genişletmesinde önemli rol oynamıştır. GRECE, kimlik, gelenek ve modernlik gibi kavramları kendi dünya görüşlerine uygun bir şekilde tartışmak için akademisyenleri, gazetecileri ve kültürel figürleri düzenli olarak bir araya getiren konferanslar organize etmiştir.
Üçüncü olarak, Avrupa Yeni Sağı, kavramlar üzerinde stratejik dil oyunları yaparak mevcut terminolojiyi yeniden tanımlamaya girişmiştir. “Çeşitlilik” kavramı gibi terimler, çokkültürlü bütünleşmeyi değil, farklı kültürlerin özgünlüğünün korunmasını ifade edecek şekilde yeniden yorumlanmıştır. Guillaume Faye’nin Why We Fight kitabında geliştirdiği “Metapolitik Sözlük”, bu tür söylem mühendisliğinin en iyi örneklerinden biridir.
Dördüncü olarak, ENR’ye yakın düşünen düşünürler, ana akım medya kuruluşlarında kendilerine yer edinmeyi başarmıştır. Fransa’da GRECE ile bağlantılı bazı isimler, Le Figaro Magazine gibi etkili dergi ve gazetelerde pozisyonlar elde etmiş ve böylelikle kamuoyu tartışmalarını dolaylı yollardan etkileme fırsatı bulmuştur.
Beşinci olarak, düşünce kuruluşlarının ve araştırma enstitülerinin kurulması, Avrupa Yeni Sağı düşüncesinin kurumsallaşmasını sağlamıştır. Fransa’daki Iliade Enstitüsü buna örnektir. Bu tür yapılar, ENR fikirlerini geliştirmek ve daha geniş kitlelere taşımak için kalıcı zeminler oluşturmuştur.
Son olarak, ENR dijital medya ve çevrim içi platformlara güçlü şekilde açılmıştır. Web siteleri, YouTube kanalları ve sosyal medya hesapları kurarak, özellikle genç nesillere ulaşmada önemli bir başarı elde etmişlerdir. Çeşitli sosyal medya platformlarında yürütülen geniş tabanlı bir aktivizm sayesinde, ENR’nin kavram ve fikirleri geleneksel akademik ve siyasal bağlamların ötesinde büyük bir dolaşıma girmiştir.
Avrupa Yeni Sağı’nın geliştirdiği fikir ve stratejiler sağ partileri ve özellikle Avrupa’daki popülist sağ hareketleri nasıl etkiledi?
Avrupa Yeni Sağı, Avrupa’da (ve Amerika Birleşik Devletleri’nde) sağ partileri ve popülist hareketleri birkaç önemli yolla etkilemiştir. Birincisi, birçok popülist sağ parti, ENR’nin etnopluralizm kavramını benimseyerek, göç karşıtı pozisyonlarını ırksal üstünlük iddiası yerine kültürel çeşitliliğin korunması çerçevesinde yeniden çerçevelemiştir. Bu retorik strateji, eskiden marjinal olarak görülen görüşlerin ana akım siyaset içinde meşrulaşmasını kolaylaştırmıştır. Fransa’daki Ulusal Bütünleşme (eski adıyla Ulusal Cephe) bu konuda çarpıcı bir örnektir.
İkincisi, ENR’nin küreselleşme eleştirisi ve yerel kimliklerin savunusu, Almanya’daki AfD ve İtalya’daki Lega gibi partilerin programlarına entegre edilmiştir. Bu partiler, “kimlikçilik” dilini benimseyerek Avrupa Yeni Sağı’nın teorik mirasını pratik siyasi hedeflere dönüştürmüştür. Amerika Birleşik Devletleri’nde ise Trump hareketi, küreselleşmeye karşı başı çeken akımlardan biri olmuştur. Başkan Yardımcısı J.D. Vance de Amerikan kimliğinin korunmasını savunmuş ve küreselleşmenin etkilerine karşı sert eleştiriler yöneltmiştir.
Üçüncüsü, metapolitik stratejilerin benimsenmesi sağ hareketlerin faaliyet tarzını değiştirmiştir. Artık sadece geleneksel seçim kampanyalarına değil, kültürel etkinliklere, entelektüel üretime ve medya görünürlüğüne de büyük önem verilmektedir. Generation Identity gibi hareketler açıkça Avrupa Yeni Sağı’na olan entelektüel borçlarını kabul etmektedir.
Son olarak, ENR’nin Amerikan kültürel ve siyasal hegemonyasına yönelik eleştirisi, Avrupa’daki sağ popülist partilere sirayet etmiştir. Pek çok parti, kendisini hem İslam etkisine hem de “küreselci” emperyalizme karşı Avrupa uygarlık değerlerinin savunucusu olarak konumlandırmıştır. Soğuk Savaş döneminde ENR’nin kullandığı “Ne Washington ne Moskova” sloganı, bugün “Ne Washington ne Mekke” şeklinde yeniden yorumlanabilir. Ne yazık ki, birçok Avrupalı popülist hâlâ Washington’a bağlılığını sürdürmekte, asıl tepkisini Brüksel’e (Avrupa Birliği’nin merkezi) yöneltmektedir. Yine de bu gelişme, doğru yönde bir adım olarak değerlendirilebilir; belki de yeni slogan “Ne Brüksel ne Mekke” olmalıdır.
Son olarak, ENR’nin bazı konularda sol-sağ ayrımını aşma girişimi, Ulusal Bütünleşme gibi partilerin ekonomik alanda geleneksel olarak sol ile ilişkilendirilen politikaları benimsemesine yol açmıştır. Kültürel muhafazakârlığı ekonomik korumacılıkla birleştiren bu strateji, Avrupa Yeni Sağı’nın teorik yeniliklerinin doğrudan bir yansımasıdır. Aynı eğilim, Trump yönetiminin tarifeler ve korumacı ekonomi politikalarıyla Amerika Birleşik Devletleri’nde de görülmüştür.
Avrupa Yeni Sağı ile Muhafazakâr Devrim (Konservative Revolution) entelektüel akımı arasındaki ilişki nedir? Bu iki akım arasındaki benzerlikler ve farklılıklar nasıl belirlenebilir?
Araştırmacı Tamir Bar-On, Avrupa Yeni Sağı’nın Yeni Sol ile Muhafazakâr Devrim’in bir sentezi olduğunu ifade etmiştir. Bar-On her ne kadar Avrupa Yeni Sağı’na dostane yaklaşmasa da, bu değerlendirme isabetlidir. İki akım arasındaki benzerlikler şunlardır: her ikisi de liberal demokrasiye ve komünist alternatiflere karşı çıkmakta ve evrenselci ilkelere dayanmayan, topluluk ve kültürel özgünlük temelli üçüncü bir siyasi model aramaktadır. Ayrıca her iki akım da materyalist yaklaşıma karşıdır; kapitalist ve Marksist düşüncelerdeki ekonomik önceliğe karşı, manevi ve kültürel yenilenmeyi ön plana çıkarır. Üstelik, doğrudan siyasi eylemden ziyade entelektüel dönüşüme odaklanmaları da ortak bir noktadır; dünya görüşlerini değiştirmeye çalışırlar.
Bununla birlikte önemli farklılıklar da mevcuttur. Muhafazakâr Devrim, Weimar Almanyası’nın özgül bağlamında ortaya çıkmış ve özellikle Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarıyla doğrudan şekillenmiştir. Buna karşılık Avrupa Yeni Sağı, faşizmin itibarsızlaşmasının damgasını vurduğu İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde gelişmiştir. Ayrıca ENR, devlet merkezli otoriterliğe karşı, Muhafazakâr Devrim düşünürlerine göre çok daha net bir mesafe koymuştur. ENR içindeki pek çok düşünür, Batı’da bugün uygulandığı şekliyle olmasa da daha “organik” bir demokrasi anlayışını desteklemektedir. Ek olarak, Avrupa Yeni Sağı, Muhafazakâr Devrim’den farklı olarak, evrenselciliğe yönelik postmodern eleştirileri ve kimlik odaklı postkolonyal teorileri de entelektüel dağarcığına katmıştır. Muhafazakâr Devrimciler ise eleştirilerini büyük ölçüde modernist çerçeveler içinde sürdürmüşlerdi.